Köşem bugün konuklarımın…
Bazen insanın içine işleyen, “yaz, paylaş” dedirten öyle satırlar, öyle iletiler alıyorsunuz ki kayıtsız kalamıyorsunuz. Bazen hepimize ders veren, göz açan...
Bazen insanın içine işleyen, “yaz, paylaş” dedirten öyle satırlar, öyle iletiler alıyorsunuz ki kayıtsız kalamıyorsunuz. Bazen hepimize ders veren, göz açan, herkese örnek olabilecek öyle mesajlar geliyor ki yazmadan duramıyorsunuz. Bazen okurken 12’den vuran öyle tümcelerle karşılaşıyorsunuz ki paylaşmadan olmaz diyorsunuz…
Tüm bu nedenlerden ötürü bu yazımı; Tat alarak, şaşırarak, eğlenerek, gülerek, gülümseyerek, öğrenerek, çok üzülerek, ben niye düşünmedim diye kendime müthiş kızarak seçtiğim iletilere ayırdım.
Bu yazımı; Yalnız düşüncelerimi değil, içimden geçenleri, duygularımı değil, hepimizin çevremizi, sevdiklerimizi, yaşadığımız evleri, mekânları, sanatı, sanatçıları, kullandığımız araçları, özetle akla gelebilecek her şeyi sorgulatan iletilere ayırdım.
Ankara’dan Pekşen Tamdoğan diyor ki: “Sesini yükseltme usul konuş/ Az biraz gülümse/ Ateşe sür/ Giderim.”
İzmir’den yazan G. A diyor ki; “Evleneli 40 yıl oldu. Sorunlarla, sorularla, keşkelerle, pişmanlıklarla dolu 40 yıl! Tek kazancım oğlum, oğlumuz, akıllı genç bir insan, yurtdışında yaşıyor. Yaşlandım artık. Geriye baktığımda; bu evlilik onun istekleri, benim kayıtsız şartsız uyumum şeklinde yürümüş. O dinlenmiş, ben çalışmışım, o yorgun olmuş, ben işleri kolaylaştırmışım, ama hiç dost ve arkadaş olamamışız. Onun gösterdiği yer bana yetmeliymiş! Şimdi düşünüyorum. Yetmezmiş. Şimdi anlıyorum yetmedi de. Geriye ne mi kaldı? Acılarla dolu kavruk bir yürek, boşa harcanmış bir ömür, biz olmayan hep ben olan bir yaşam. Ağladığımı kimsenin duymadığı uzun geceler! Yitirdiklerime gelince, geçelim onları.”
Sophokles diyor ki; Çocuklar annelerin hayata tutunmasını sağlayan çıpadır. Onun için değil midir ki evlat der susarız, evlat der yemeyiz, evlat der vazgeçeriz, evlat der katlanırız.”
Serap Petek diyor ki: “Sana bir sır vereyim mi kadın arkadaşım! Çok yürek tüketme. Her sorunu çözmeye çalışma. Enerjini kendine harca. Kimseleri memnun etmeye çalışma. Özveriler için madalya bekleme. Herkesin nabzına göre şerbet hazırlama. Bir gün takdir edileceğin günü bekleme. Bunların hepsini yaptıktan sonra gün gelecek eyvah diyeceksin, yaşlıyım ve tek başımayım. Etrafına bakacaksın, ilaç poşetini ve hayal kırıklıklarını göreceksin. Gözünden iki damla yaş düşecek. O yaşı düşürmemek için bu sırrı iyi sakla!”
İstanbul’dan Prof. Dr. Yıldız Tümerdem “ABECELİ Yaşam” adlı şiirinde diyor ki: “Tahta çantamız, yemek taslarımız/ Kurşun kalemlerimiz, çizgili defterlerimiz/ Renkli tebeşirlerimiz, sulu boyalarımız/ Boynumuzda özenle taşıdığımız silgilerimiz/ Beyaz yakalı siyah önlüklerimiz/ ABECE’li alfabelerimiz/ Güzel Türkçemizle dillendirdiğimiz/ Öykülerimiz/ Her şey çok güzeldi çocukluk günlerimizde…”
Ruhi Kanak diyor ki: “Saçlarımdaki beyazlık; tebeşir tozundan değil, katlandığım çilenin ve yorgunluğun mirasıdır. Belimdeki büküklük; yüklendiğim ağır sorumluluğun kalıntısıdır. Gözlerimdeki fersizlik; miyoptan değil, daha iyiyi, daha ileriyi çocuklarıma aktarmış olmamdandır. Bedenimdeki titreklik; sinir bozukluğundan değil, anne- baba şefkatiyle üzerinize titrememdendir. Yüzümdeki çizgiler; bıçak yarası değil, sizlerle birlikte geçen yılların bugüne taşınmış derin izleridir.”
Emekli- Sen Genel Sekreteri Fikri Kalender diyor ki: “Ülkenin kamburu değiliz. Bu ülke için gençliğini, yıllarını hem çalışıp üreterek, hem de vergi vererek tamamlayan bilgi, birikim ve beceri sahibi insanlarız.”
Bülent Ekinci diyor ki: “Ben 67 yaşındayım. Bu virüs biz mi yayıyoruz ki eve hapsediliyoruz?”
Cumhuriyet Gazetesi Yazarı Ali Sirmen diyor ki: “Biz ihtiyarların ev hapsi ne zaman bitecek? Yoksa onları eve tıkıp orada unuttunuz mu? Azat edin artık onları! Merak etmeyin! Zaten onlar kendiliklerinden ayakaltından teker teker ve sessizce çekilmekteler…”
Necmi Mola diyor ki: “Biraz daha esnek olunmalı. Bu insanlar bu yaşa gelene kadar öğretmendi, yargıçtı, subaydı, esnaftı. Kuralların ne olduğunu herkes kadar biliyorlar.”
7 milyonu bulan, 75 gündür ev hapsinde olan, 65 yaş üstü özetle diyor ki:
“Hata ve ihanetler zincirine karşı konuşmak boynumuzun borcudur. Bizler bu ülkenin geçmiş değerleriyle büyüdük. İnatçı ve inançlı bir kuşağız. Acaba bu nedenle mi göz hapsinde ve ev hapsinde tutuluyoruz? Haftada birkaç saat sokağa çıkın lütfuna haykırarak; “nefes alamıyoruz” diyoruz.
“Bizler ne yapıp yapmayacağımızın bilincindeyiz. Bizler; bilgi ve tecrübemizle, yaşam birikimimizle, akıl gücümüzle, önemli işler başarmış, kitaplar yazmış, dersler anlatmış, hasta bakmış, yol ve köprüler inşa etmiş, bir kısmımız hala aktif çalışan bir kitleyiz. Sizin görmek istediğiniz gibi zavallı, aciz ve yetersiz değiliz. Beyin, beden ve ruh olarak çalışmaya devam ediyoruz. Anayasanın eşitlik ilkesini unutmayın! Sesimizi duyun, hak ve yetkilerinizi aşmayın. Havaya, güneşe, özgürlüğe hasretiz. İşkenceye son verin.”
Yılların deneyimiyle yazılan bu satırların altındaki imzalara selam olsun, helal olsun…