Yorgun ve yorulmuş Türkiye’den manzaralar…

Konu başlığını açmadan ve mevzuya girmeden önce yaşamın acı gerçeklerini yok sayanların, üst düzey yöneticilerin, bakan koltuğunda oturan idarecilerin...

Konu başlığını açmadan ve mevzuya girmeden önce yaşamın acı gerçeklerini yok sayanların, üst düzey yöneticilerin, bakan koltuğunda oturan idarecilerin konuştuklarına bakalım mı? “Namus düşmanı, haysiyet celladı, siz kimsiniz, bizleri tartma ve başarılarımızı ölçme cüretini nereden alıyorsunuz?” gibi yüksek perdeden ayar çeken bu sözler, sert tehdit diliyle meydan okumalar, suni gündem yaratarak dikkatleri başka yana çekmeler ülkeyi yöneten anlayışın konuşma biçimi deyip bu bölüme noktayı şimdilik koyarak, diğer mevzulara dalalım!

Almanya Türkiye’de yapılan Korona testlerini önce kabul etmeme kararı aldı, ülkemizi risk taşıyan ülkeler arasına koydu, ülkemizden gidenlere 14 günlük karantina sürecini uygulamaya başladı, sonra da caydı. Bu hızlı dönüşte anlı şanlı yönetimin rolü oldu mu, ya da nasıl oldu? Bilemedik…

Küresel Haklar Endeksi 2020 raporunda işçiler için en kötü 144 ülke arasında ülkemizi en alttaki 10 ülke arasına yerleştirdiğinde, siyası irade ne cevap verdi? Ya da verdi mi? Duymadık…

Eldivensiz maskesiz bir şekilde kâğıt toplayan genç kendisini uyaranlara; “Ne yapalım açlıktan ölme yerine koronadan ölürüz” dediğinde yönetimin cevabı ne oldu? Merak ettik…

Dünyaya bir anda dengesini kaybettiren, ne zaman terk edeceği henüz bilinmeyen, gıda üretimine etkileri henüz hesap edilemeyen, insan bedenini muharebe meydanına çeviren ve koskoca evreni esir alan 1 gramlık virüsün neden olduklarına her kademede tanıklık ettik.

Hepimiz hastalık nedir, yaşam nedir, tutku nedir, ölümle yüz yüze gelmek nedir, tüm bunlarla hesaplaşmak nedir gibi sorularla yüzleştik. Adalet duygusu, demokrasi bilinci, bilimsel değerlere bağlılık, ekonomik bağımsızlık gibi ölçülere sıkı sıkıya bağlı ülkeler krizi iyi yönetirken, dışında kalanlarda hasarın çok büyük olduğunu gördük. Tüm bu süreci yaşarken bir kez daha anladık ki herkesin aklına başına toplayıp doğru mevzide yer alması ve bilimin koruyucu kanatlarından vaz geçmemesi gerekiyor…

Hele de BM verilerine göre; 2019 yılı itibariyle dünya genelinde zorla yerinden edilen insan sayısı 79.5 milyonu bulmuşsa! Bu insanların 26 milyonu sadece yaşadığı evi, dostlarını, akrabalarını değil ülkesini de terk etmek zorunda kalmışsa! Göçler, mülteci dramları, umutla başlayan ve karanlık sularda biten yaşamları duyunca virüs kadar olmasa da ciddi dertleri var koca dünyanın diye düşündük…

“Eskiden virüsler bile nazikti, saygılıydı. Ya şimdi öyle mi? Bak geldi mi gitmek bilmiyor. Üç ayı geçti azalsa da hala aramızda!” diyen Cihan Demirci’nin anlam yüklü çizgilerine dalıp gittik.

Yön verilen değil, dünyaya nizamat ve yön veren ülkemizin önünü ve ufkunu açanlar sayesinde mutlu ve mesut yaşarken başımıza gelen bu belayla yaşamanın yollarını aramaya başladık. “Maske tak, koronayı takma!” sözünü yabana atmamaya çalışırken;

Bilim insanlarından; Önemli ve geçerli olanın, “nedir diye sorup, nasıl diye araştırmak” olduğunu, her zaman kazanacak olanın doğruluk, dürüstlük, akıl ve bilim olduğunu, soruların önemli, yanıtların daha da önemli olduğunu öğrendik.

Bilim insanlarını dediklerine kulak verip dikkate alırken; Çok uzağa gitmeye gerek görmeden ülkemize dönüp, nedeni, anlamı, önemi anlaşılmayan açıklamalara, kadere sığınarak, başa gelen çekilir kolaycılığını seçenlere, “bana değmeyen yılan” atasözünü benimseyenlere, adam sendecilere baka kaldık.

Daha sonra da bu yerleşik kabul edişlere, bu gönüllü razı oluşlara, bu oluşturulan ortak eksene şaşıp kaldık…

Etiketler
Muş Türkiye