Manzara ortada… (2)
İki bölümlük yazı dizimin son bölümüne (!) başlarken saklayamadığım ve denetleyemediğim bir kızgınlık ve kırgınlıkla sormak istiyorum! Aydınlığı karartacak...
İki bölümlük yazı dizimin son bölümüne (!) başlarken saklayamadığım ve denetleyemediğim bir kızgınlık ve kırgınlıkla sormak istiyorum! Aydınlığı karartacak her adım, karanlıkta yürürlüğe sokulurken ey akıl ve sağduyu neredesin?
Baro yürürse o ülkede hukuk ve adaletten söz edilebilir mi? 180 derece dönüşleriyle dikkatleri çeken başkanlara güven devam eder mi? 184 gazetecinin cezaevinde olduğu bir ülkede basın özgürlüğü var denilebilir mi?
Özgürlük, güvenli yaşam, eğitim, sağlık, konut, iş güvencesi, emeklilik hakkı yasalarla güvence altına alınan bir ülkede bu değerlerden giderek uzaklaşmak insanın içini gün ve gelecek adına karartmaz mı? Saray ve uçaklarda ağırlanan değil, tehlikeli sularda kulaç atanların başına gelenlere bakınca; bu mesleği seçecek gençlerin umutları giderek azalmaz mı?
Yerel seçimler biteli uzun süre olmasına rağmen; bazı belediyelere engel üstüne engel çıkarma, önlerine set çekme, çelme takma, kredi vermeme, toplantıları sabote etme, yardımlara el koyma, düzmece çekimler yaparak sözüm ona küçük düşürme çabalarına bir son vermek gerekmez mi?
Gereksiz bir inatla Galata Kulesi, Haydarpaşa ve Sirkeci garlarına el atma, Kanal İstanbul’dan vazgeçmeme ve tüm bu gelişmeleri dişlerini sıkarak bekleyen İstanbul halkının yetkililere; “Bu tehlikeli adımları atarak girdiğiniz sınavdan çaktınız. Bu bir sınavsa notlarınız yerlerde! Bu ayrımcılık ve yok sayma sınavından geçmeniz mümkün değil. Bu ne ayrımcı bir politikadır?” diye sorular sormasına hak verilmez mi?
Yeniden ısıtılıp dolaşıma sokulan Kanal İstanbul merakına bakarak; Deniz, yeşil, orman, ağaç, börtü böcek, göl, dere, nehir, çevre kirliliği, deprem riski, tsunami tehlikesini görmeyerek, varsa yoksa beton diyenlere bu nasıl bir aşktır diye sorulmaz mı?
Resmi rakamlara göre Türkiye’de turizm sektöründe iki milyon kişi çalışıyormuş. Bunun kaçta kaçı şu anda işinin başında diye sormak gerekmez mi? Örneklerini gördüğümüz, duyduğumuz “yap işlet devret!” modeli yerini “kes işlet mahvet’e” bırakalı çok oldu. Bundan olumlu ve olumsuz anlamda nasiplenenlerin sayısı kaçtır diye sorulmaz mı?
Şimdi bunlardan neden söz ettiğime ve sözü nereye getirmek istediğime bakalım!
COVİD 19’un sağlık kadar politik ve ekonomik yönünün nasıl seyrettiğini biz de biliyoruz, onlar da biliyor, dünya da biliyor. Bu konuda söylenen kadar söylenmeyenin de olduğunu sağlık erbabı da biliyor, sokaktaki yurttaşta biliyor. Tam da bu noktada siyasi iradenin; “dünyanın gıpta ile baktığı sağlık sistemimiz!” övüncünün dışında söyleyecek sözünün olması gerekmez mi? Ama yok. Bu gidişle olmayacak da! Mevzu bu kadar yalın…
Korona belasıyla başlayan, dünyada ve bizde taban bulan olgu şu ki; “İhtiyarlara yer yok”, “yaşlılar ayakaltından çekilsin”, “zaten ne işe yarıyorsunuz ki”, “yük olmaktan başka” gibi sloganlar, filmlerde izlediğimiz, romanlarda okuduğumuz kurgular değil çağın ve günün gerçeği olarak ortada tüm çıplaklığıyla duruyor. Tam da burada “tarih tekerrürden ibarettir” sözünü hatırlatmak gerekmez mi?
İç sesim, vicdanım, yüreğim bu söylemi kaldırmasa da, kiminle paylaşsam aynı şeyi duyup, duygulansam da! Virüs kadar tehlikeli bulduğum kin, öfke, şiddet ve vefasızlıktan beslenen, yerden göğe haksızlık sayılan bu söylemleri yazmak ve paylaşmak gerekmez mi?
Mutlu olmanın, bağa, bahçeye, parka gitmenin, bisiklet sürmenin, müze gezmenin, paten yapmanın, basket oynamanın, parkurda koşmanın arka planı ve koşulları vardır. Nedir onlar? Öncelikle ve geniş anlamda; Demokrasi, özgürlük, bağımsızlık, hukuk devleti, sosyal devlet, güçlü ekonomi, nitelikli eğitim, kadın-erkek eşitliği, ekonomik özgürlük, çağdaş bilim, ulusal bilinç, yani alt yapı, yani duygusal doyum, yani katıksız bir cumhuriyet, özetle huzurdur. Bunların şu anda kaçta kaçı var diye sorulmaz mı?
CB’nın; “Eser, hizmet ve inşa siyasetiyle yola çıktığımız için (inşaat mı demeliydi) 132 yeni üniversite açmak suretiyle, yükseköğrenimi yaygınlaştırdık!” açıklamasını duyunca; liseye öğretmen olarak atanamayan matematik mezununun okulda hademe olarak işe başladığına, edebiyat öğretmeninin ayakkabı boyadığına, Türkçe öğretmeninin servis şoförü olarak çalıştığına kafa yorulsa daha iyi olmaz mı?
Ülkenin esas gündemi ekonomik sorun, artan işsizlik, virüs salgını, Libya- Suriye sorunları, Yunanistan’ın işgal ettiği ve gık çıkaramadığımız adalar iken; gündemi işçinin kıdem hakkıyla, çoklu baro düzenlemesiyle, Kanal İstanbul projesiyle, liyakatsiz atamalarla dolduranlara geriye daha ne kaldı diye sormak gerekmez mi?
Ağızlarından çıkanlar kendi kulaklarına nasıl geliyor sorusunun aslında cevabı bilinse de; Ülkemizin rahat, neşeli, güler yüzlü atmosferi tarihe karışıp yerine gergin bir iklim hâkim olmuşsa! Yürekler isyan ve acıyla doluyken huzuru mumla ve mumda arayanlara geçmiş osun demek gerekmez mi?
Tevfik Fikret; “Evet sabah olacaktır, sabah olur geceler” dese bile! Aydınlığa çok uzak oldukları için, kalbine ve zihnine taş gibi oturan duygularla her şeyden vazgeçerek yeni bir hayata yelken açan gençler; “senin için hayallerim bu değildi ülkem!’ deyip kaçıyorsa, bu soruna acilen el atmak gerekmez mi?
Dön dolaş hep aynı konu sabah akşam önümüze sürülürken, pandemi, maske, mesafe, temizlik, hijyenden artık gına gelirken, zaten kırılgan olan ülke ekonomisi birde salgın hastalık nedeniyle zorlanırken, bir zamanlar “üniversite bitirdi” diye imrenilerek bakılan gençlere, şimdilerde “bitirdi de ne oldu!” dercesine inceden inceye dokunduran sözler söylenirken buralara nasıl gelindi diye sorulmaz mı?
Son yıllarda yüksek tepelerden dolaşıma sokulan; “algı yönetimi, itibar suikastı, bizi kıskananların iftirası, birlik ve beraberliğimize gölge düşürenlerini işi!” gibi çok zengin, çok renkli, çok sesli konular niye hep bizi buluyor diye sorulmaz mı?
Can simidi notu: Önemli mi? bilmem ama yazının yorumunu erbabına bırakmadan önce Dostoyevski’yi kulak verelim; “Dünyada var olan en büyük güç alçakgönüllülüktür” demiş ünlü bilge yüzyıllar ötesinden. Kime demiş, niye demiş, bilmiyorum! İyisi mi boş ver, gerçeklerle yüzleşmek sana mı kaldı, hiçbir şey değişmediğine göre bunca örnek vererek sık sık yazdın da ne oldu? Dal hayallere, bak keyfine neden yazıp çiziyorsun diye sorulmaz mı? Nokta…