Öfkeyle korku arasında gidip gelmek!
Bu köşenin yazarını düzenli okuyanlar bu da başlık mı canım, böyle başlık mı atılır diyebilirler. Haklısınız ve haklıyım! Ülkemizin güzelim ormanları...
Bu köşenin yazarını düzenli okuyanlar bu da başlık mı canım, böyle başlık mı atılır diyebilirler. Haklısınız ve haklıyım! Ülkemizin güzelim ormanları, ovaları, dağları, taşları madencilere pazarlanırken duyulan şeyin adı nedir diye sorarsam, sizin de yanıtınız “öfke” olursa ben haklıyım! Sizden aldığım bu cevap üzerine sorumu sürdürerek; olup bitene karşı çıkanlara baskı kurmak, gözdağıyla karışık tavır sergilemek nedir diye sorduğumda bunun adı da “korku salmaktır” derseniz yine ben haklı çıkarım! Bu soru ve cevaplar karşısında başlık cuk oturduğuna göre, mukayeseler yaparak yazıya devam edebilirim artık…
İşin özü ve özeti şu ki; Ülkenin tarihsel, toplumsal, siyasal gerçekliğinden haberdar olmayanlar karşısında duyulan öfkedir. Bunu gösterenlere karşı sergilenen korkudur.
83 milyonluk nüfusa sahip ülkemizde (konukları saymıyorum!) çalışandan çok çalışmayanın olması öfke nedenidir. Bu gerçeği görmemek, önemsememek, başka konulara odaklanmak, korkunun ecele faydası yok demektir.
Aslında özeti mümkün olmadığı için, özetleyerek vermek çok zor olduğu için, anlamak ve anlatmak daha da zor olduğu için her alanda rekor gerileme yaşamak başlı başına öfke sebebidir. Hafızamızı tazeleyerek ilerlersek;
Özgür olmayan ülkeler statüsüne indik. OECD ülkeleri arasında siyasal haklar ve özgürlükler alanında kendimize ancak son sırada yer bulduk. İfade özgürlüğünde 149 ülke arasında 129.sıraya yerleştik. Yargı bağımsızlığında 50, basın özgürlüğünde 54 sıra geriledik. OECD ülkeleri içinde gıda enflasyonu en yüksek ülke olduk. Sosyal adalet bakımından 41 OECD ülkesi içinde 40.sırada yer aldık. Genç işsizlik oranında yüzde 25’i zorlamaya başladık. Dolar ve altın artışında zirve yaptık.
Bu uzun listeye bakınca; gün ve gelecek adına duyulan kaygının öfkeye dönüşmesi doğaldır. Olup bitenlere karşı halk adına ses çıkaran kişi ve kurumların hedefte olmasının adı korkudur. Sadece yönetimin sesinin yankılanacağı ıssız bir ülke yaratma çabasının adı hem korkmak hem de korku salmaktır.
Türk lirasının 124 ülkenin para birimine karşı değer kaybetmesi, dolar ve avro karşısında 4 kat erimesi, gıda ve enerji fiyatlarının artması, üniversite mezunu işsizlerin ülkeyi terk etme arzusu öfke nedenidir. Bunları üst perdeden yok saymak korkunun katlanarak dışa vurumudur.
Bıçağın kemiğe dayandığı durumlar için; Yol haritası belirlenmeden, yeni paketler açmak ve reçeteler açıklamak öfke yaratır. Milyonlarca mağduru, gazeteci, televizyoncu, akademisyen, yazar, yargı mensubu, kamu özel çalışanı insanın “yeter artık!” haykırışına karşılık yukarıdan yıkım ekipleriyle müdahale etmenin ve meydan okumanın adı korkudur.
Eğitimli gençler geçim için geçici işler ararken, aldıkları eğitimi heba etmek onlar ve ne hayaller kuran aileleri adına öfke sebebidir. Olup biteni öfke yerine tebessümle karşılamak, yetinmeyip çekirdek çitleyerek zevkten dört köşe olmak korkunun yaklaşan ayak izleridir.
Herkesin bu işin sonu ne olacak diye merak etmesi, aceleyle, telaşla bir yerlere ulaşmaya çalışması, gelirle gider arasında büyüyen açığın nasıl kapayacağını konuşması, yükselen fiyatlara, ödenemeyen faturalara, yandaşlarla doldurulan kadrolara, durup durup patlayan denetimsiz fabrikalara, faturanın hep aynı kişilere kesilmesine öfkeyle bakması doğaldır.
Bir turizm cenneti olan ülkemizde otellerin doluluk oranının yüzde 6.5’a düşmesi, İstanbul’a Mayıs ayında sadece 847 turistin gelmiş olması, dere yataklarında yaşanan can kayıplarının hız kesmemesi gibi onlarca sorun karşısında siyasi iradenin sessizliği ise korkunun yaklaşan ayak izleridir…