Hamle, vites, fren siyaseti…
Resmi verilere yansımasa da işsizlik artarak 2o milyona ulaştı, diplomalı işsiz sayısı katlandı, enflasyon yükseldi, döviz zirve yaptı, emekli çaresiz kaldı, her şey arttı, maaşlar artmadı! Ancak damat bakana göre ekonomimiz adım adım yükseldi! (ne demekse?) Zaten zatı alilerine göre ekonomi ya şahlanıyor, ya coşuyor, ya koşuyor! Ekonomimiz, yönetenler kadar sakin değil yani…
Devletin kasası boş, yurttaşın cebi bomboş, borçlar yükselmiş, bütçe açığı alıp başını gitmiş, cari açık tutulamıyor, vergiler artıyor ancak hayal dünyasında yaşayanlar; “Türkiye ekonomisi üzerine yapılan kötümser tahminler inşallah yine boşa çıkacak, ekonomi yeniden yükselişe geçti!” diyor, diyebiliyor. Hayaller sonsuz yani…
Bu arada altın zirve yapmış, Türk lirası değer kaybetmiş, Temmuz 2002’de 32 lira olan çeyrek altın, Temmuz 2020’de 800 lirayı aşmış, Euro başını alıp gitmiş, dolar hızını alamamış, yoksulluk sınırı, açlık sınırı tutulamıyormuş! Avrupa’da asgari ücretle çalışan işçi oranının en yüksek olduğu ülke açık ara Türkiye iken ekonomi tıkırında imiş! O halde bu faslı geçelim!
Bu arada unutmadan doğrudan veya dolaylı olarak hissesine sabır düşenler daralıyormuş, ülkenin gündemi ne olursa olsun geçim gündemi değişmeyenler zordaymış. Önemli mi? Asla! Önemli olan CB’nın açıklamasına göre; Ayasofya’nın 24 saat açık olması, 500 kişilik güvenlik ekibinin görev yapacak olması ve DİB’in durup durup kılıç kuşanarak yedi düvele diklenişi ve bu görüntüyü dünya âlemin gözüne sık sık sokmasıdır. Nokta…
Baroları bölüp yönetme, İstanbul Sözleşmesi’ni yok sayma, Kanal İstanbul projesinde inat etme, Ayasofya’dan medet umma, kılıç kalkanlı(!) gösterilerle dosta düşmana korku salma, seçimle yapamadıklarını kararnamelerle yapabilmek için yerel yönetimleri iş yapamaz hale getirme, yardım paralarına el koyma, mahdum beye göre harf devriminin gereksizliği, tabana göre hilafetin gerekliliği! Bakalım sırada daha neler var?
Şimdi esas olarak üzerinde durup düşünmemizi gerektiren, devlet terbiyesi ve hiyerarşisi adına ibret veren, daha doğrusu kafa karışıklığına yol açan bir hitap şekline dikkat çekmek isterim! Sabah gazetesi “Başkan” diye yazıyor, resmi yazışmalarda “CB” diye geçiyor, bazı vekiller ve milli eğitim müdürü olan bir zat (MEB’i garantilemek istercesine!) “Reis” diye hitap ediyor. Hangisi imaj, hangisi gerçek, hangisi doğru, hangisi olması gereken diye de haliyle insanın kafası karışıyor. Tabanın gözünde dünya lideri olan, yandaşların kâinat çapında bir siyasetçi saydığı bir genel başkana “reis” demek ne kadar doğru? Bu soru izaha muhtaçtır.
Şimdi düşünüyorum ve anlıyorum. Yaşamın özü olan öğretilere dudak bükerek; “söz konusu olamaz”, “kabul edilebilir değil”, “asla izin vermeyiz”, “yok hükmündedir” “esefle karşılıyoruz”, “kabul edilemez” gibi alışılmış klişe sözlerle karşı çıkanların, başarıdan başı dönmeyenlere tatmin edici yanıtlar vermesi zordur ama. Gerçek gündeme dönüp, yaşamımıza nelerin anlam kattığına bakarsak; ucuz kahramanlık, meydan okuma, aklı ve bilimi kılıcın yerine koyma, dilinin altında hep bir bakla tutma, iki hamle, bir vites, çok az frenle gidip gelerek yönetimde başarı sağlama ve sanma nereye kadar?
Gelelim unutmamak ve unutturmamakta fayda olan kapanmayan yaralarımıza…
Bu hayatta hepimizin farklı görev ve ilgi alanları var. Yazar, çevirmen, okur, memur, işçi, tüccar, varsıl, yoksul, orta halli, emekli, yönetici, ev kadını, öğrenci, öğretmen vb listeyi uzatmak mümkün…
Hayatta hepimiz, her birimiz kendi sözümüz, kendi sesimiz, kendi düşüncelerimizle varız, birbirimizin dilini de anlamakla yükümlüyüz. Çünkü hayat denilen şey; bu çok renkliliğiyle ve çok sesliliğiyle güzel ve yaşanabilir. Ancak önemli olan dayatması, dışlaması, yok sayması olmayan bir yöntemi geliştirmek. Yoksa yaşam zindana döner.
Sözü nereye getirmek istediğimi belli ettim mi bilmiyorum. Demem o ki; hayatın ve COVİD 19’un bize sıkı bir ders verdiği, hayatımıza ansızın giren virüs yüzünden sadece insanların değil, yaşamların ve giderek kentlerin de maskelendiğini görünce gün ve gelecek adına kaygı duymamak, karamsar olmamak mümkün değil. Bu arada tarih ve kader insanların haline acıyıp yeni bir sayfa açar mı bekleyip göreceğiz!
Hakkımızı arama adına birilerinin içine ve işine karışarak başlığa dönersek; özellikle yönetim katında üstü örtülemeyecek, unutulmayacak kadar kıymetli sözler ve davranışlar var! Örneğin damat bakanın gerek görmediği için soru önergelerine cevap verme oranı yüzde 1’i bile bulmuyor. O.80(!) civarında. Siz bu rahatlığa ve tavan yapan özgüvene bakar mısınız?
Son tahlilde sorun şu: Yarattıkları kaygan politik zeminde politik manevra kabiliyetleri çok yüksek olan zevatın görülmedik, alışılmadık, ağız uçuklatan çok yeteneğini gördük. Ortaya çıkanların umut vermekten çok öfke ve korku yarattığına tanık olduk. Niyet belli, yavaş yavaş ve alıştıra alıştıra atılan adımlar ortada. Hamleli, vitesli, frenli politikalar net ve açıkken; Bilimden, çağdaşlıktan, cumhuriyet kazanımlarından uzaklaşmazsak kazancımız Büyük Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye cumhuriyeti olacaktır. Olup biteni görmezden gelerek uyumayı sürdürürsek; Kaybımız demokrasi, çağdaş yaşam ve göz bebeğimiz olan cumhuriyet olacaktır. Durum bu kadar net ve vahim, karar bizim…