Zamanın ruhu mu? Bizim ruh halimiz mi?
İnsanlığın ölümcül bir bela ile boğuştuğu, her şeyi öğüten bir süreçten geçiyoruz. Yazıp çizenlerin, konuşup duranların, görüp susanların, düşünüp...
İnsanlığın ölümcül bir bela ile boğuştuğu, her şeyi öğüten bir süreçten geçiyoruz. Yazıp çizenlerin, konuşup duranların, görüp susanların, düşünüp üzülenlerin, pek çok şeye sebep oldukları halde sözü hala geçenlerin ve her şeye gülüp geçenlerin girdabında dönenip duruyoruz. Hayallerle gerçekler arasında gidip gelirken, yaşananların rahatsızlığı, sıkıntısı, öfkesi ve isyanı içindeyiz. Zamanın ruh halini bilemem ama bizim ruh halimiz tam da budur…
Sağlık ordusunun; “Sesimizi duyan var mı, biz ölüyoruz, lütfen virüsü ve bizi ciddiye alın!” çığlığı boşluğa çarpıp geri dönüyor. Bu nasıl yandaş bir virüsse bazılarının toplantılarına, 1500 kişilik düğünlerine, yüz binlik meydan mitinglerine, çay dağıtmalı açık hava buluşmalarına, açılış törenlerine hiç uğramıyor. Meret ve muhalif virüs gözünü kulağını karşı mahalleye dikip, oralarda yayılıp can almayı sürdürüyor!
Gelelim nedenlere!
Ülkemiz yıllardan beri beton aşkı, AVM sevdası, sığınmacı belasıyla gönüllü olarak uğraşıp dururken; siyasal, toplumsal, ekonomik, hukuki, askeri, diplomatik, demografik ve istihdam konularını göz ardı etmeyi seçti. Sonunda ne mi oldu? Eğitim, sağlık, ekonomi gibi başat konularda sınıfta kaldık. Şimdi sorma zamanıdır. Yönetime göre 40 milyar dolar, ciddi kaynakların araştırma raporlarına göre 58.2 milyar dolar harcadığımız sığınmacıların maliyetiyle neler olmazdı, neler olurdu, ya da neler oldu? Bu soruların yanıtı havada asılıdır…
Eğitimde, sanayide, tarımda kriz giderek derinleşirken; Yönetimin istediği ve biçimlendirmek için çok uğraştığı; itaatkâr, sorgulamayan, düşünmeyen, yaratıcı olmayan, estetik ve sanatı hor gören, söylenen her şeyi kabullenen, bu arada şükretmeyi unutmayan ve geleceği unutup ahirete kitlenen nesiller yetiştirildi mi? Evet! Mutlu mu? Hayır! Neden mi? Şöyle; Gençlerin yüzde 78’i yurtdışı umuduyla fırsat kolluyor, ancak kendisini arzın merkezinde gören merkezi hükümet bunları görmezden geliyor! O halde konu bu anlamda umutsuzdur ve kapanmıştır…
Bu arada laik, demokratik, yaratıcı, soran, sorgulayan, düşünen, araştıran, sanatın her dalıyla ilgilenen, eğitimin eğitim olduğu yıllarda mantık, sosyoloji, felsefe okumuş ve hala ülkenin taşıyıcı kolonları olan cumhuriyet kuşağı olup biten karşısında üzülerek ve fakat durumdan vazife çıkararak, yazıp çizmeyi, konuşup paylaşmayı sürdürüyorsa umut vardır ve konu kapanmamıştır…
Hal böyle iken sorular ve sorunlar uzayıp gidiyor mu? Görünen köy………
Evet, küresel faktörler var doğru! Küreselleşmenin neden olduğu değişimler var evet. Yaşamla ölüm arasında sıkıştıran, günümüzü ve geleceğimizi karartan bir virüs gerçeğinin ortalığı kasıp kavurduğu yadsınamaz. Ama biz ne yapıyoruz?
Varoluşa ışık tutan sanatla aramıza ciddi bir maske- mesafe koyuyor, günü geçirmek için gereksiz, amaçsız, yararsız çabalara yöneliyor, bu arada mahvolan hayatları, işsiz aşsız milyonları, virüse yenik düşen insanları, Libya’da, Suriye’de yaşananları, harabeye dönen Beyrut’u ve ağır yaralı gönülleri unutuyoruz…
Gelelim çözüm bekleyen dağ gibi sorunlar arasında kişisel meraklarıma…
Gençlerin yüzde 78’inin iyi bir gelecek için yurtdışında yaşamak istediği, yüzde 77’sinin torpilin yetenekten daha etkili olduğuna inandığı bir ülkede; Eğitimci olan bakan OECD’de 33 ülke arasında 27.sırada olan ülkemiz için; “Eğitimde asıl yük öğretmen maaşları” deyip, öğretmenlerin maaşını yük olarak görüyorsa, başkaları ne der onu çok merak ediyorum…
Bir başka merak konuma gelince; Petrol çıkan ülkelerin kıskandığı, batının çatır çatır çatladığı, dostun düşmanın bir kez daha belli olduğu büyük müjdelere sevinmek kolay ancak düşünmek şart! Daha doğrusu ihtiyatlı bir iyimserlik içinde sevinmekten çok getirisini ve götürüsünü iyice tartmak, işin tarihsel, coğrafi zorluğunu gündemde tutmak şart! Doğrusu budur ve bu olmalıdır. İlgili zevat bunu dikkate alıyor mu? Merak içindeyim…
Sözün özü şu ki: “Beni sorarsan kış işte!” diyor Gülten Akın bir şiirinde. Ruh halimiz daha güzel nasıl anlatılır bilemiyorum. Üzerine sayfalar, ciltler yazılabilecek şeyleri dört sözcükle anlatmak böyle bir şey olsa gerek! Yazımın başlığını koyarken bu dizelerle bitirmeyi düşünmüştüm. Denk geldi…