Bu birikmiş öfkeyi anlamak mümkün değil! (mi?)

Ülkemizin nüfusu 40 milyonken sendikalı işçi sayısının 4 milyon olduğunu bilerek, ülke nüfusunun 81 milyonu bulduğu günümüzde sendikalı işçi sayısının 1.7 milyon olduğunu görerek, 16 yılda iş kazalarında 22 bin işçinin hayatını kaybettiğini unutmayarak, bir gün gecikmeyle 1 Mayıs Emek İşçi ve Dayanışma Bayramını, kısaca emeğin bayramını kutluyorum…

Sonrada; “39 yaşındayım, 45 kiloya düştüm, evime ekmek zeytin bile alamıyorum. Bugün 13 yaşındaki kızımın doğum günü ve benim cebimde sadece 50 kuruş var. Böyle babalık mı olur?” diyen babanın bu acılı sesine- iç acıtan sözüne kulak veriyorum!

Sonra da buruk bir gülümseme ile yazıyorum bu satırları. Neden mi? Konuyu biraz açmalıyım, çünkü burukluğumla ilgisi var yazacaklarımın.

Yüzde 7’lik mutluluk oranıyla, yüzde 7.4’lük büyümeyle, bilançonun gittikçe ağırlaştığı hak ihlalleri ve tek tip basınla, TBMM’den başlayarak sokağa taşan kadına bakışla buruk bir gülümseme yerine kalkıp yetkililere üç kez; Sağol! Sağolun! Sağolunuz mu demeliydim!

4 yılda 430 bin esnaf iflas etmişse, bu yılın ilk ayında 20 bin 308 esnaf iflas bayrağını çekmişse, yönetim katından buna ne neden oldu, hangi dinamikler etkili oldu bilen, soran merak eden, öğrenmek isteyen çıkmamışsa buruk bir gülümseme çok az kalır. Aslında bu ve benzeri sorunlara yetkililer kafa yormaz, müdahil olmaz, olmamak için diretir ve pembe bir tablo çizerse gülümsemeyi atıp buruklukla idare etmek gerekir! Siz bu yazılıp çizilenleri; ister ekonomik kriz diye okuyun, ister ekonomi iyiye gidiyor diye yorumlayın, ister bizi çekemeyenlerin, bize ayak uyduramayanların işidir diye açıklayın, ister biz yaptık oldu deyin. Meselenin aslı astarı o ki ekonomi kötüdür, iflaslar artmıştır, halk umutsuzdur. Nokta…

İşe İstanbul’dan başlarsak; kentin yönetimi 24 yıldır iktidarın elinde değil mi? Bunca yıla sığdırılanlar ortada değil mi? Yeşil alanların azaldığı, denizlerin doldurulduğu, AKM’nin yıkıldığı, 3. Havalimanı ve 3. Köprüyle ekolojik dengenin alt üst olacağı bilinmiyor mu?

Ya da mapus damlarında üç bine yakın çocuk olduğu, bunlardan 169’unun yabancı uyruklu, 119’nun Suriyeli olduğu, hırsızlık, gasp ve uyuşturucudan yattıkları bilinmiyor mu? Hele de AKP iktidara geldiğinde 788 olan özel okul sayısının 9 bin 569’a ulaştığı unutuluyor mu?

Şimdi kalkıp Esenyurt Belediye Başkanının; 2023’ten girip 2053’ten çıkıp 2071’e doğru hızlandığı konuşmasında; “Esenyurt’u kaybedersek İslam’ı, Kudüs’ü, Mekke’yi kaybederiz.” Sözlerinin kendisine ne gibi bir makam sağlayacağını merak edilmiyor mu, ya da etmeyelim mi?

Yine korkunun yarattığı suskunluğu, huzurun sessizliği ve dinginliği olarak algılayanlara hayret etmeyelim mi? Değişen ve dönüşen Türkiye’de; “Demokrasi ve okullar bir kurttur. Çocuklarınızı zorunlu eğitimden koruyun ki cehennem ateşinde yanmayasınız” çağrısı yapılan broşürlerin dağıtılmasını vahimden öte görmeyelim mi?

Son günlerin en çok konuşulan konusunun kahramanı olan İsmail Kahraman, kadınları sahnede istemeyince çıkan gazete haberleri üzerine; “Müthiş bir faaliyet yaptık. Gazetede okuduğum zaman kızmıyorum. Acıdığım için. Zavallı bir güruh! İnşallah düzelirler. Ruh, duygu, dürüstlük, şahsiyet, haysiyet lazım!” dediğinde! Kime dediğini, kimlere acıdığını, ona göre inşallah düzelecek olan zavallı güruhun kimler olduğunu, ruh, duygu, dürüstlük, şahsiyet ve haysiyet gibi kavramların kimlere lazım olduğunu merak etmeyelim mi? Yoksa bu sözleri kadınlardan korkmanın dışında bir gerekçeyle izah etmek mümkün değil deyip geçelim mi?

Üzerinden uzun zaman geçti ama konu önemli diye yineliyorum. TBMM Başkanı bay kahraman kadın oyuncuları; “Çanakkale ruhuna uymuyor” gerekçesiyle sahneden indirirken; “Ben sanatı severim” diye açıklama yapmıştı. Bay Kahraman, tiyatromuzun kurucularından Muhsin Ertuğrul’u tanır mı, sever mi bilemem! Sanatı seviyorsa tanımalı bence. Geç kalmış olsa da düşünüyor ve umuyorum ki, bir sanatsever olarak Ertuğrul Muhsin’in neler yaptığını okursa şapka çıkaracak ve sevinç çığlıkları atacaktır!

“Cumhuriyet döneminde ne yapıldı ki, ortaya hangi eserler kondu ki?” diye bağıranlara sormak zamanıdır! 15 yıldır sata sata bitmeyen; 101 devlet fabrikası, 10 liman, 90 elektrik santrali, 11 sosyal tesis, 40 işletme, 37 maden sahası, 3700 taşınmaz, 6800 kalem makine-teçhizat, 155 adet isim hakkı ve sıraya konulan şeker fabrikaları ne zaman yapıldı acep?

Topluiğne bile yapılamayan bir ülkede “anayurdu demir ağlarla örmek” bir şey değil midir? Kefen bezinin ithal edildiği bir ülkede; Kayseri, Nazilli, Malatya başta olmak üzere kumaş, bez, basma, patiska dokuyan fabrikalar kurmak bir eser değil midir? Divriği’nin demiri, Zonguldak’ın kömürü, Karabük’ün çeliği bir eser ortaya koymak değil midir? Çayın kuru üzümle içildiği yıllarda bugün gözden çıkardığınız Turhal, Alpullu, Susurluk şeker Fabrikalarını hayata geçirmek nedir?

Özetin özeti: Ge çenlerde yazmıştım, yineliyorum. Önemli olan geçmişi karalamadan ilham kaynağı olmaktır. Kadını, kadınlığı, aydını, aydınlığı, insanı insanlığı yadsımadan kabul etmek ve sevmektir. Ayrıca yöneticiliğin olmazsa olmazı budur. Nokta…