Yine değil hâlâ kadınlar öldürülüyor…
BM 21 yıl önce yani 1999 yılında 25 Kasım gününü “Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü” olarak ilan etmişti…
21 sonra ülkemizde gelinen yere bakalım! Aynı gecede, farklı illerde, aynı gerekçelerle iki kadın daha öldürüldü. Biri 23, diğeri 73 yaşında idi…
O kadınlar; “Küçük ailemin büyük çilesi hiç bitmedi. Acılar bazen beni yıktı, bazen dondurdu, bazen ayağımı kolumu kırdı ama hayatta kalmaya çalışıp, sonunda küllerimden yeniden doğmayı başardım, işime dört elle sarılıp kendi düzenimi kurdum, ancak dayaktan kurtulamadım” dedikleri için hayattan ve sevdiklerinden kopartıldı.
O kadınlar; “Çeşitli nedenlerle bazen net durup, sert kararlar veremediğimiz anlar oldu, hep ben diyenlere biz olmalıyız diyemediğimiz zamanlar oldu. Yapımıza ters düşse de bıçak kemiğe dayandığında işi resmi olarak bitirmesek de beynimizde bitirdik” dedikleri için, “hüzün, keder, acı, baskı, şiddet, dayak!” nereye kadar deyip ayağa kalktıkları için öldürüldü.
O kadınlar; “Çocuklarımı alıp, yeniden ve yine bir yola çıkmak istedim. İki elime, iki gözüme güvenerek ruhumun yaralarını sarmak istedim, yıllar önce göçle ve büyüsüne kapılarak geldiğimiz kentte savrulduğumuzu görünce kendi toprağıma dönmek istedim. Doğduğum yerden ayrılıp doyduğum yere, daha iyi bir yaşam umuduyla geldim ama olmadı” dediler diye yaşamdan kopartıldılar…
Şimdi Portekiz’deyiz! Portekiz’de kadın cinayetlerine dur demek için ulusal yas ilan edildi. Kadınlar öldürülmesin diye bayraklar yarıya indirildi.
Demek ki; Hayatta kalabilmemiz için önce bakış açısının, kadına biçilen ve dayatılan görevlerin ve zihinsel filtrelerimizin değişmesi gerekir. Tüm toplumların ortak yarası olan kadına yönelik fiziksel, psikolojik, toplumsal şiddetle yüzleşmeden, kanayan ve bir türlü kapanmayan yaraya parmak basmadan bu işin çözümü yok, ya da çok zor.
Demek ki; Biz kim olduğumuzu ve kim olmadığımızı düşünmedikçe, ayağa kalkıp silkinmedikçe daha başka illerde, bambaşka nedenlerle, bambaşka biçimlerde öldürülmeyi daha çooooook göze alacağız demektir.
Sessiz çığlık derler ya! Siz onun ne anlama geldiğini, avaz avaz bağırmadan ne çığlıklar atıldığını, o yere mıhlanan bakışların, o iç çekişlerin ne anlama geldiğini bir de onlara sorun. Ya da saha çalışmalarım sırasında yaşamına ve dramına tanık olduklarımdan duyduklarım karşısında neler hissettiğimi tarif edecek sözcük bulamadığımda neler çektiğimi bir de bana sorun…
Japonya’da yıllar önce denenen ve artık unutulmaya yüz tutan Kadın Üniversitelerini rol model sayıp ülkeye getirerek hangi derde deva olunacak? Sıraya daha başka neler koyulacak? Kadın otobüsleri, kadın meslek odaları, kadın camileri, kadın apartmanları, kadın mahalleleri de reform projelerinin arasında yer alacak mı? Yoksa çocukları görmesin diye ancak geceleri ağlayan, hakkı yenilen, hor görülen, dışlanan, öldürülen kadınlar için daha ciddi bir düzenleme mi yapılacak? Çocuklarına hem ana hem baba olan, kardeşlerine hem ana hem abla olan, ailelerine hem oğul hem kız olan kadınların önüne başka neler dayatılacak?
“AKP gelene kadar bu ülkede kadın kelimesinin adı bile yoktu” diyen AKP grup başkan vekilinin icadına göre partisi gelmeden adı olmayan kadınları daha ne sürprizler bekleyecek?
Şimdi Güney Kore’deyiz! Güney Koreli kadın diyor ki; “Yeni nesil erkekler hiç de farklı değiller. Çünkü babalarını görerek büyüdüler. Ancak kadınların sadece yüzde 22’si evliliği gerekli görüyor. Kariyer mi çocuk mu sorusuna kariyer diyenlerin sayısı her geçen gün artıyor.”
Şimdi Almanya’dayız! Dr. Özlem Türeci ve eşi BİoNTtech şirketinin CEO’su Prof. Uğur Şahin aşıyı bulan bilim insanları. Ancak dikkat çeken konu şu! Dr. Özlem Türeci için pek çok kaynak Uğur Şahin’in eşi diyor. Dr. Özlem Türeci’nin yaptıklarının, çalışmalarının, harcadığı emeğin, döktüğü alınterinin önemi yok mu?
Şimdi ülkemizdeyiz! Günde ortalama 5 kadının öldürüldüğü ülkemizde; Mart’ta 21, Nisan’da 20, Mayıs’ta 21, Haziran’da 27, Temmuz’da 31, Eylül’de 45, Ekim’de 21, Kasım’da 39, Aralık ayında 42 kadın öldürüldü. Biz hala İstanbul Sözleşmesine hayır diyoruz. Bir başka ifadeyle 10 ayda 453 kadın öldürüldü. Bu arada yeri gelmişken hatırlayalım! 81 ilin yalnızca ikisinde, Uşak ve Nevşehir’de kadın vali varsa! Cesaretiniz, bilginiz, eğitiminiz, deneyiminiz olmuş neye yarar? Düşünsel çeşitlilik ve örneklere daha fazla dalmadan asıl soruya ve sonuca gelelim! Yönetimin kadına bakışıyla aramızda sosyal mesafe hep vardı! Daha mı arttı ne?
Ne zaman bitecek bu başı sonu belli olmayan karmaşa ve kargaşa? Nasıl daha iyi oluruz sorusuna yanıt aramak? Hele de derdiniz insan olmak, kadın olarak doğmaksa! Zordur zor günlerde yazıp konuşmak, hele de susup oturmak…
Saldırıları göğüslemekten yorulmayan, önüne dayatılanlardan yılmayan, evlat hatırı, mahalle baskısı, ananın babanın huzuru için direnen, ancak karşı taraf değişmediği için derinleşen yaralarıyla yaşayan kadınları daha neler bekliyor bilemeyiz ama! Bekir Coşkun’un anneler için dediklerini ezbere biliriz: “Ne çok şeysin…/ Yemeğin tuzu…/ Çatal bıçak sesi…/ Saksıdaki çiçeğin suyu…/ Perdeler…/ Ağır işçi…/ Gece bekçisi…/ Baba ocağının kokusu…/ “Geç kalma”, “Dikkat et”, “Kalın giyin”, “Allah esirgesin. Anneler ne çok şeydir…/ Mutfaktan gelen tıkırtılar…/ Dolaptaki sarma…/ Katlanmış çoraplar…/ Ütülü mendil…”
Demem o ki; Kıymayın kadınlara! Oturup kalkıp Bekir Coşkun’un yazdıklarını okursanız kıyamazsınız zaten…