Kadın olmanın dayanılmaz ağırlığı (1)
Cumartesi 5 Aralık! Cumhuriyetimiz henüz 11 yaşındayken Türk Kadınına Seçme ve Seçilme hakkının verildiği tarih olan 1934’ün üzerinden 86 yıl geçmiş. Yazı...
Cumartesi 5 Aralık! Cumhuriyetimiz henüz 11 yaşındayken Türk Kadınına Seçme ve Seçilme hakkının verildiği tarih olan 1934’ün üzerinden 86 yıl geçmiş. Yazı günüm Cuma olduğu için içimden geçenleri bir gün önce yazmak, işin mimarını bir kez daha selamlamak ve konunun önemini hemcinslerimle paylaşmak istedim…
Düşünüyorum! Aradan bunca yıl geçmiş. Eskiden geldiğimiz yer gideceğimiz yerin işaretlerini verirdi. Bugün getirildiğimiz yer, götürüldüğümüz yerin taşlarını döşüyor! Gel de yazma…
Düşünüyorum! Kadınların hayatına eşitliğin, seçme ve seçilmenin kazındığı, biz kadınların siyasal anlamda yurttaş olduğu tarihin üzerinden bunca yıl geçmiş. Haklarımız budanmış, bize dayatılanlar olmuş, yeni ve ev merkezli roller uygun görülmüş. Nasıl yazmam…
Ama önce zorunlu bir açıklama!
28 Eylül’de 3 bölüm olarak kaleme aldığım “Adımız mı? Kadın bizim” başlıklı yazı dizisine gelen yorum, ilave, övgü, mesaj, “az bile”, “ilk değil ki son olsun” gibi iletiler yağmur gibi yağınca sık sık kadın odaklı yazı dizileri kararı almıştım. Ancak gündemin yoğun oluşu, farklı konuların öne çıkışı gibi nedenlerle sözümü tutamadım üzgünüm. Ancak belli aralıklarla kadın konulu yazı yazma kararımı bugün köşemden alenen ilan ediyorum! Duyanlar duymayanlara iletir artık!
5 Aralık Seçme ve Seçilme gününü esas alarak, bugün o gün diyerek 4 bölümlük bir yazı planladım. Bakalım el mi yaman, baaağyan(!) mı yaman?
Amacım bir kez daha ve yüksek perdeden; Yedi düvele meydan okuyan, hayatını cömertçe- yiğitçe ortaya koyan, kan ve can pahasına çizdiği yol haritasında kadını, Cumhuriyet projelerinin temeline oturtan Büyük Atatürk’e!
1.5 milyarlık İslam coğrafyasında kadının yazgısını değiştirebilen tek laik ülke olan Türkiye Cumhuriyeti’nin kadınlarına verdiği değeri dosta düşmana göğsünü gere gere ilan eden Devrimci Öndere!
Beni Kars’ın karlı dağlarından, seni Trakya’nın sıcak yaylalarından, bir diğerini Urfa’nın tozlu yollarından alıp getiren ve bir baltaya sap eden bu yasanın altındaki Eşsiz Lidere! Şükranlarımı sunmaktır…
Bu yazıları yazarak; Kadınlara ilişkin yazdığım kitaplara konu olan, dost meclisimde başı çeken, gönül meclisimde ilk sıralarda yer alan, kavgasıyla, yaptıklarıyla, duruşuyla, sevgi dolu yüreğiyle var olan kadınlara teşekkür etmektir…
Bunları kaleme alarak; Her başarılı erkeğin arkasında, yanında, önünde müthiş bir kadının var olduğunu unutmadan, her başarılı kadının yanında, önünde, arkasında ona daima dur diyen bir erkeğin de var olduğunu hatırlatmaktır…
Farklı yaşlardan, farklı kültürlerden, farklı mesleklerden, farklı memleketlerden gelsek de; plan, program, disiplin bizden sorulur diyerek! Kararlılığımızı, tereddütlerimizi, içimizi acıtan gerçekleri, çektiğimiz çileleri, özlemlerimizi, isyanlarımızı, hayallerimizi, bazen bastırıp bazen bastıramadığımız öfkelerimizi görmezden gelenleri unutmamaktır.
Yine ve yeniden bir türlü kapanmayan ve hep kanayan kadın sorununa gelirsek!
2020’nin ilk 10 ayında 397 kadın öldürülmüş. TBMM’de kadın cinayetleri konusunda konuşma süresi 57 saniye! 1 dakika bile değil! Bu durumda kadın cinayetleri bilinçli bir seçim ve tercih desek mi? Önlenemediğine göre…
Ayda 35-40 kadının öldürülmesi ayıp mıdır, günah mıdır, yazık mıdır? Koskoca TBMM’deki 57 saniyelik sunuma bakınca! Pek değil gibi…
54 kanun teklifinden 1’i, 836 soru önergesinden 8’i kadınlarla ilgili olduğunu görünce! Pek değil gibi…
Türkiye’de kadınların yarısının bir banka hesabı bulunmuyorsa, erkeklerde bu oran yüzde 83, kadınlarda yüzde 54’te kalıyorsa, bu görüntü son derece hesaplı kitaplı bir durum değil midir?
Hal böyle iken; İnsan hakkı, çalışma hakkı, eğitim hakkı, sağlıklı yaşam hakkı, eşit işe eşit ücret alma hakkı derken hayal kurmayı çoktan unutan kadınların sayısının artması normal değil midir?
Ancak kulağa küpe takılıp asılacak bir gerçek var ki o da şu! Kadın bu unutmuyor, bir yere saklıyor, unutmuş görünüyor, günü zamanı gelince yanıtını vermeye çalışıyor. Ona göre…
Unutmayalım! Kadına şiddet; sadece onun yaşam hakkını tehdit etmiyor. Aile birliği ağır yara alıyor, güven azalıyor, topluma zarar veriyor, ömür boyu travma yaşatıyor.
Unutulmasın! Ayrılık kararı, eşit olmayan yaşam mücadelesi, ekonomik sorunlar, ruhsal çöküntü, yaşanan hayal kırıklıkları, ailevi ve toplumsal baskı ve tehditlerin neden olduğu ve tetiklediği hayattan kopuş başka soru ve sorunları tetikliyor…
Unutulmasın! Sürekli aşağılanan, sürekli şiddet gören, sessizlik, bencillik, geleceksizlik arasında gidip gelen, semt pazarlarına ancak akşamüstü çıkabilen, ürkek gözlerle atık sebzeleri toplayan, manavlarda çürümeğe yüz tutmuş meyve ve sebzeleri ayıklamaya çalışan kadın omuzlarında göğün yarısının değil, tümünün yükünü taşıyor…
Şimdi ben susuyorum ve sözü Bolivya ve Finlandiya’ya bırakıyorum!
Bolivya’da “Erkek Egemenliğini Kaldırma Bakanlığı” kuruldu ve başına yerli halktan bir kadın getirildi. Bu atamayı kutlar mıyız yaman merak ediyorum!
Sanna Marin’in başbakan olduğu Finlandiya hükümetinde 12 kadın, 7 erkek bakan var. 5 partili koalisyona katılan parti liderlerinin tümü kadın. Bu kadınlardan 4’ü 35 yaşın altında…
Demem o ki kadın- erkek eşitliği sağlanıp, kadınlar iyi eğitilirse erkeklere taş çıkartıyor. Sizce de öyle değil mi?
Gezi sözü: Bu toz duman dağılsın Bolivya ve Finlandiya’ya gidip, yüz akı hemcinslerimle söyleşi yapacağım. Sözzzzz…