Giderek içine kapanan bir ülke…
Neresinden tutup, ne yazacağımı bilememenin kararsızlığıyla yılın ilk yazısını yazmak için bilgisayarımın başına oturdum. Konu çok, sorun tavan, içimi dolu...
Neresinden tutup, ne yazacağımı bilememenin kararsızlığıyla yılın ilk yazısını yazmak için bilgisayarımın başına oturdum. Konu çok, sorun tavan, içimi dolu, umut az, insanlar mutsuz, ufukta aydınlık henüz görünmüyor, ne yazılır ki diye kara kara düşünürken içimden geçenlere, beklentilerime baktım! Ortaya bu yazı çıktı…
İyi bir yıla gireceğimizi söylemek, sıradanlaşan kadın cinayetlerinin, ciddi bir sorun olan yoksulluğun ayağı yere basan paketlerle, önlemlerle ele alınacağına inanmak isterim…
Geldiğimiz noktada faaliyet alanları, kapsama alanı, sorumluluk sınırı bilinmesine rağmen kimi suçlayacağımı bilememenin kararsızlığıyla kaderi mi, kısmeti mi, şansı mı, yazgıyı mı, küresel güçleri mi, virüsü mü, hangisini daha çok suçlayacağımı net olarak bilmek isterim!
“Benim alanım ekonomi” diyen CB’nin talimatlarıyla, önderliğiyle, vizyonuyla ve himayesinde yönetilen ülkemizde; arkasında bir enkaz bırakarak kayıplara karışan damada rağmen pik yapan ekonominin, şaha kalkan ülkenin, batıyı kıskandıran başarılarımızın daha çok görünür olmasını isterim!
Alanı ekonomi olan CB’nin devr-i iktidarında; dış borçların 422 milyar dolara, iç borçların yaklaşık 138 milyar dolara, yurttaşın banka borcunun 107 milyar dolara fırlamasının dış mihrakların oyunu olduğunun kesin olarak bilinmesini isterim!
Ülkenin artık günlük rutin haline gelen ve sabrımızı taşıran bitmez tükenmez siyasi üslubundan, çileyi artıran gerilim yüklü politikalarından, özrü ve bahanesi olmayan konularda bile zirve yapan yorum ve bahanelerinden arınarak normal bir yaşama geçmesini isterim…
Sanat için çok zor, ama özellikle sanatçılar için yıkıcı bir yıl olan bu dönemde sanatı ve sanatçıyı hafife alan politikalara dur denmesini doğa, bilim, yeşil, orman, su, gibi birçok değerin hafife alınmamasını isterim…
Barışa, aç, güvene aç, huzura, aç, şefkate aç, sevince aç burnumuzu çekip durduğumuz ülkemizde! Yanımızda yöremizde kime baksak gözleri dolu dolu olanların çoğaldığı günümüzde! Zor ve acının herkesin bakışlarına sindiği memleketimizde! Ağlamaya hazır, sanki hazırolda bekleyen gözpınarlarımızla, akmaya hazır gözyaşlarımızla, göllerin çoktan kuruduğu ama yanakların bir türlü kurumadığı bu zorlu koşulların acilen değişmesini isterim…
Aklımızı, reflekslerimizi, heveslerimizi, hayallerimizi, kültürümüzü, çağdaşlığımızı her gün biraz daha görünmez bir elin, görünür duvarlarının kuşattığı ülkemizde; olmayan suçlamaların, olmayacak iftiraların bir an önce bu toprakları terk etmesini isterim…
Hal böyle iken insanın aklına durup durup gelen ve Charles Baudelaire’den S. Eyüboğlu çevirisiyle dilimize kazandırılan “İçe Kapanış” adlı şiirin: “Akşam olsa diyordun, işte oldu akşam/ Kimine huzur iner gökten, kimine gam” dizelerinin yerine daha umut dolu dizeler gelsin isterim…
Günlerimiz tam da dizelerin içeriğine uygun ruh hali içinde geçerken; Bazen gerçeklerden kaçmak, bazen acı gerçeklerle yüzleşmemek adına yüzünü dağlara çevirip maden katliamlarını görmemek, doğaya sığınmak isterken orman talanıyla karşılaşmamak, hadi denize döneyim derken yağmalanan kıyılara çarpmamak isterim…
Yine üniversitelerin giderek adrese teslim akademik kadro ilanlarının! Örneğin zeytinyağı konusunda yayını olması(!) gibi çok özel ve zorlu koşullar ve şartlar içeren kişiye özel torpil ilanlarının! Eski AKP’li vekillerin “partili rektör” olarak atanmalarının hızı kesilsin isterim…
Çaresizlikten olup bitene bakınca; Hele de duygularımızı, mutluluklarımızı, huzurumuzu, tebessümlerimizi, hayallerimizi, kahkahalımızı, gülüşlerimizi elimizden çekip alanları görünce! Sessiz akademik kadroların, suskun üniversitelerin iki laf etmesini beklerken, desibeli yükseltmeden, parmak sallamadan, sükûneti bozmadan, kimseleri kırıp dökmeden de siyasi ve ekonomik iklimin yönetilebileceğini anımsatmak isterim…
Listem çok uzun noktalıyorum. Çünkü bunca hesaplı kitaplı talanı, göz ardı etmeye, önemsememeyi sıraya koymaya kalkarsam, ne yazmaya sıra gelir, ne sayfa yeter, ne de okurun sabrı dayanır. İstek ve beklentilerimi yükselttiğimin farkındayım ama ne demişler isteyenin bir yüzü…
Ha, az daha unutuyordum! 2021’in ilk yazısının içinde umut olsun istemiştim! Nerdeee? İyisi mi bu yazımı giderek içine kapanan ülkeme ve ülkemin kadınlarına adayayım. Belki bir duyan olur ve içimizde umut çiçekleri açar…