Yazmalara doyamadığımız konular…
Haftada üç gün yazıyorum. Yazı günüm gelince alıyor mu beni “yarın ne yazmalıyım?” sancısı! Bunca konu başlığı varken, gündem bu denli yoğunken, sorunlar bu...
Haftada üç gün yazıyorum. Yazı günüm gelince alıyor mu beni “yarın ne yazmalıyım?” sancısı! Bunca konu başlığı varken, gündem bu denli yoğunken, sorunlar bu kadar artmışken, konu sıkıntısı çekmek nasıl bir ruh haliyse artık? Konu bulamayan batılı meslektaşlarımız ne yapsın? Onlara çok acıyorum…
Yazmalara doyamadığımız, tekrara düştüğümüz pek çok konu var doğru. Hal böyle iken oturup masal anlatmanın, hayale dalmanın, uçuk kaçık konulara girmenin sırası değil o da doğru. O halde yine ve yeniden başa saralım.
Yolsuzluğa neden olanlar yargılandılar mı? Hayır. Gerçekler ortaya çıktı mı? Hayır. Açıklananlar için bir yaptırım düşünüldü mü? Hayır. Gün gelir hesap sorulur mu? Ya da keser döner sap döner mi? Keşke bu soruya “mutlaka, muhakkak, kesinlikle, eminim” diyebilseydim. Neden olanları takdir ve tebrik ederek (!) şimdilik “ha o mu unutun bu sorunun cevabını” demekle yetiniyorum...
Acılar yaşanıyormuş, ayrımcılık yapılıyormuş, haksızlıklara her gün bir yenisi daha ekleniyormuş, insanlar mutsuz, toplum huzursuz, gençler arayışta imiş. Geçin onları!
İnsanı sarsan, örseleyen, silkeleyen, tokat gibi çarpan sözlerden birini Alman Hristiyan Demokrat Birlik Partisi Genel Başkanı; “Toplumu kutuplaştırmak kolaydır, herkes yapar, önemli olan bütünleştirmektir.” şeklinde özetlemiş. Bize ne onu Alman halkı düşünsün…
Biz her zaman olduğu gibi 7’den 70’e ilhamını öncelikle Büyük Atatürk’ün her biri bir destan sayılabilecek, ülke tarihinin duvarlarına asılı olduğu kadar, beyinlere kazılı sözlerinden, ruhumuza kattığı oksijenden ve Anadolu toprağından alan bir ülke olarak bu tür sözlere prim vermeyiz, toplumu kucaklar kimseleri de ötekileştirmeyiz.
Evet, küresel ve ulusal anlamda ciddi bir sorunla mücadele ediyoruz. Virüs geleli beri kolonya, dezenfektan, maske, mesafe, yasaklar, cezalar hayatımızı istila etti. Alışkanlıklarımız değişti, küçücük bir mikrop hepimizi hallaç pamuğu gibi attı. Enerjimizi tüketti, kaygımızı artırdı. Doğru! Aşı konusunda net bir yol haritasının olmayışı, kabak tadı veren konuların çok oluşuyla kabak tatlısıyla araya ciddi mesafe (!) koyma kararlılığımız doğru da! Da’sı şu önemli bir gerçek var; Pandemi çok pahalı ve acı bir deneyimle de olsa bize “var olanı değerlendirmenin ne kadar kıymetli olduğunu” öğretti. …
Ancak koşullar bu denli ağırken bile siyasi irade kararlı adımlarından dönmedi. Halkın ilgisinin olmadığı millet kıraathanelerine milyonlar akıttı. Yeni cezaevi yapımı için ciddi bütçeler ayırdı. İtibardan tasarruf olmaz diye saraylar, pahalı araçlar alındı. Şehir hastanelerine milyonlar gömüldü. Şaha kalkan ülkemizin şanına yakışır işlere bol ve cömert imzalar atıldı. Bu arada açlık, aşıdaki belirsizlik, işsizlik, işten atılan işçiler, “siftah yok batıyoruz!” diyen esnafın haykırışı mı? Geçiniz o iftiraları…
Kar yağar yağmaz başta Van, Muş, Hakkâri, Erzincan, Iğdır, Kars, Tunceli, Diyarbakır, Ağrı olmak üzere 1713 köy yolu kapandı. Oralarda hasta varmış, doğum zamanı gelen anne varmış, ateşi düşmeyen bebek, tansiyonu inmeyen yaşlı varmış. İşte burada duralım, bu ciddi sorunu geçmeyelim ve yönetimi bir kez daha bu konuyu düşünmeye davet edelim!
Bitirme Notu: Amasız, ancaksız, lakinsiz, fakatsız hissesine sabır düşenlerin çektiklerine ve işin arka planına bakınca; yönetme, yönlendirme kabiliyeti sınırlı olanların ülkelerinde; kişisel, toplumsal, küresel anlamda emek hırsızlığının arttığını görüyor iyi ki oralarda yaşamıyoruz diye şükrediyoruz! Bizler gibi adil yönetilen tehdit, nefret, şiddet, öfke dilini reddeden, barışın ve huzurun adresi olan ülkemize koşarak gelenlere de bu bağlamda hak veriyoruz!
Hatırlatma Notu: Bir zamanlar iktidarların düzeyi; itibar, itidal, ilkeli iç ve dış politika, uygarlık bilinci, evrensel değerlere bağlılık, liyakat ve şeffaflık gibi kavramlarla ölçülür, sıkı bir siyasi süzgeçten geçirilir, hesabı sorulmasa da hesaba yazılırdı! Her ne kadar yandaş kalemler; “bunca başarı arasında bir toplum, ya da bir insan daha başka ne ister?” dese de, gerçekler öyle demiyor da! O bakımdan yani…