'Kaf Dağının Ardı Belki'
Bu vurucu ve çarpıcı başlık Ankara doğumlu bir İstanbullu olan Gazeteci- Yazar Mine G. Kırıkkanat’ın Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan son kitabı… Mine...
Bu vurucu ve çarpıcı başlık Ankara doğumlu bir İstanbullu olan Gazeteci- Yazar Mine G. Kırıkkanat’ın Kırmızı Kedi Yayınevi’nden çıkan son kitabı…
Mine Kırıkkanat’ın biyografisine bakınca karşınıza son derece iyi bir eğitim, başına iş alma pahasına hakkını vererek yaptığı gazetecilik ve yazarlık, Radikal, Vatan, Cumhuriyet gazetelerinde köşe yazarlığı, Fransa’da Milliyet muhabirliği, yabancı basın kuruluşlarının Türkiye temsilciliği ve eserleri yabancı dillere çevrilen üretken bir kalem çıkıyor…
Şimdi ben kalkıp; Bu hıza, bu üretkenliğe, bu her alanda kalem oynatan çok yönlülüğe şapka çıkarıp, kendisini sesli- sedalı kutlamaz mıyım?
Şimdi ben kalkıp; Atatürkçü kimliğiyle, devrimciliğiyle, yenilikçiliğiyle, adımlarıyla, kişiliğiyle, sırlarıyla, kavgalarıyla, derinliğiyle, yaratıcılığıyla, evrensel kültüre katkısıyla özgün bir kalem olan yazarın kitabını bir köşe yazısının sınırlarına sığdırmak büyük haksızlık demez miyim?
Şimdi ben kalkıp; Müthiş bir anlatım gücüyle; bilgiyse bilgi, anlatımsa anlatım, ironiyse ironi dedirten güçlü ifade zenginliğini alkışlamaz mıyım?
Şimdi ben kalkıp; Yılmadan, usanmadan, yorulmadan eğilmeden, bükülmeden yazan yazarın, kararlılığına, korkusuzluğuna, alt yapısına şapka çıkarmaz mıyım?
Şimdi ben kalkıp; Yazarın Deniz Fenerinin inatçı ışığı gibi ruhunda kopan edebi fırtınaları, gözlemlediği fay kırıklarını, son derece mahir olduğu yabancı dillerdeki yetkinliğini kalemine yansıtırken yakaladığı başarıyı kıskanmaz mıyım?
Şimdi ben kalkıp; Geniş kitlelerin nabzını tutan bir dinamo gibi; dünyanın neresinde olursa olsun hayatın içindeki insanlara dokunan, sıradan insanların, ezilen insanların, yoksul kalabalıkların, kenarda kıyıda kalmışların öyküsünü yazılarına başarıyla aktaran bir kalem erbabıyla iyi ki dostuz demez miyim?
Şimdi ben kalkıp; Keskin gözlemciliği, kıvrak dili, sosyolog kimliği, eleştirel bakış açısıyla, ülkemizin ilk kadın mizah yazarının bize yaptığı; “hey gözünüzü dört açın!” uyarısını dikkate almaz mıyım?
Şimdi ben kalkıp; Kitaplarına “Gülün Öteki Adı”, “Sinek Sarayı”, “Büyümek İstemiyorum” gibi çok çarpıcı adları “nasıl buluyorsun?” diye kendisine sormaz mıyım?
Şimdi ben kalkıp; Kitap değerlendirirken izlediğim yol ve formatım gereği giriş, gelişme ve sonuç olarak ilerlemez miyim?
Giriş: “Kaf Dağının Ardı Belki” adlı kitap 109 sayfa. Çoğunu gazetedeki köşesinden tanıdığımız ve tadı damağımızda kalan makalelerinden oluşuyor...
Gelişme: Kitabın ilk bölümünde soyadının ilginç olduğu kadar duygusal ve merak uyandıran öyküsünü anlatmış yazar. Kendine has o sürükleyen üslubuyla…
Sonuç: Şimdi siz kalkın bu çok yönlü, çok yürekli kalem ve kelam ustasının ustaca yazılan kitabına yorum yazın! Sınav gibi…
Tam da burada kendimi ciddiyete davet ediyor, sorularıma ara veriyor, sınavdan iyi not alma(!) umuduyla kitabın beni derinden etkileyen, duygu yoğunluğu müthiş olan, nerede, niye, nasıl sorularına yanıt arayan bölümlerine geçiyorum.
Şimdi kitabın sayfalarında dolaşma zamanıdır…
“Atatürk’ün gerçek devrim yaparken moda ikonlarına nal toplatacak şıklığı, beni daima derinden etkilemiştir. Başka bir deyişle zarfın güzelliğini, mektup kadar önemserim.” (S,102)
“Hayat mücadelesini kadınlar üstlendi. Dullar aile reisi oldular. Hem babasız, hem anasız kalan çocuklar “ulusun göz bebekleri” ilan edilerek, yetimhanelere yerleştirildiler, çok iyi eğitim aldılar.” (s, 14)
“Amcam Nizamettin’in yirmi sekiz yıllık kısacık ömrü, baba kucağı hiç bilmeyen babam Kazım’ın geçmişine ışık tutuyordu. Onların birbirine sevgisi kardeşlikten öte bir kimsesizlik bağıydı. Onları birbirinden ayıran özellikleri, Nizam’ın fiziksel, Kazım’ın fikirsel üstünlükleriydi.” (s, 23-24)
“Girdiği barın duvarda asılı kara tahtasında bir dizi sıkıntı sıralanmıştı. Yalnızlık 27 TL, Ayrılık 28 TL, İhanet 30 TL, Umutsuzluk 35 TL, Kırgınlık 26 TL, Şımarıklık 28 TL. “Bunların içinde ne var?” diye sordu: Barmaid omuzlarını silkip; “Kendi imalatımız sıkıntı kokteylleri!” dedi. (s, 50)
“Vapur iskeleye yanaşıyordu ve iskelede dört zabıta bekliyordu. Yolcular aniden ayağa kalkıp gençleri ortalarına alarak çıkışa doğru yürüdüler. Tüm gerçek cesurlar gibi ufak tefek, kendi halinde biri gençlere; ”sizin eli boş çıkmanız daha doğru olur, verin bakayım şu gitarı bana” dedi. Bir başka yolcu, saksafonu alıp astı omzuna. Benim de bir şey yapmam gerekiyordu. Müzik üçlüsünün lideri olduğu anlaşılan gitariste yaklaşıp koluna girdim, “sen artık benim oğlumsun, ben de senin annen, yürüyelim” dedim. Zabıtaların gözlerinin içine baka baka önlerinden geçip gittik. Sağ ol abla, sağ ol abi” cıvıltıları içinde dağıldık. (s, 43)
Zorunlu açıklama: 11 Mayıs 2014 tarihli Cumhuriyet Gazetesinde yayınladığında çok etkilendiğim, hatta ders verdiğim okulun yazarlık sınıfında öğrencilerime okuduğum; “İsyan daima denizde başlar” adlı makalesine gelince beni hüngür hüngür ağlatan ve 12’den vuran bölüm desem yeridir. Okuyanlar bilir, okumayanlar kitabı alınca öğrenir. Kadıköy- Beşiktaş seferi sırasında vapurda geçen ve genç müzisyenlere yönelik olay çok ses getiren bir dayanışma örneği olarak belleklere kazınmış, gazetelere manşet olmuştu…
Kitabına ilişkin değerlendirmemden sonra sözüm yazarına ve okur ordusunadır!
Yazar; Her zamanki anlatım gücüyle yılbaşından, köpek balıklarına, kıskançlık duygusundan depreme kadar pek çok ilginç başlıkta anılarını yazarken hem zamana tanıklık edip hem de toplumsal belleğe katkı sağlıyor. Hepimizin hayatına ve kültürel belleğine çok şey katıyor…
Kitabın sihrini bozmamak için daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim. Mine. G. Kırıkkanat’a daha nice, roman dolu, yazı dolu, yorum dolu, “Röveşata” dolu sağlıklı yıllar diliyorum…