Hayatı çekilir kılan sanata, yaşamı zenginleştiren sanatçılara selam olsun… (3)
Usta Rejisör Tarkovski; “Dünya mükemmel olmadığı için sanat var!” der.
Bernard Shaw; “Sanat var olmasaydı gerçeğin kabalığı katlanılmaz kılardı dünyayı!” der.
W. Shakespeare; “Oyuncular, çağın kısa ve özlü tarihçesidirler!” der.
Sanata, onun verdiği huzura, onun yarattığı evrene çok gereksinim duyulan bu zorlu dönemde gel de ustaların bu muhteşem sözlerini ezberleme…
Yurtiçi içi yurtdışı etkinliklerde konserler veren, ülkemizin sanatsal düzeyini dünya sahnelerinde başarıyla temsil eden, beste çalışmalarıyla her çeşit müzik eserine yorum katan, katkı sunan sanatçıları gel de ellerin kızarıncaya kadar alkışlama…
Koşullar ne olursa olsun; Organizasyon, sahne düzenlemesi, ışık düzeni, ses sistemi, program akışı sırasında tek bir aksama olmaksızın sanatını icra edenlere, görsel ve işitsel şölen sunanlara gel de sesli sedalı teşekkür etme…
Şiiri dansa, dansı şiire dönüştüren, bedenini, tınısını müzik ve sözle buluşturan, canlı cansız tüm ortamlarda; nefes alışların, kahkahaların, iç çekişlerin, göz buluşmalarının yarattığı sıcaklığa katkı sunanları ve arkalarındaki emek yoğunluğunu gel de takdir etme…
Gelelim bu bölümün konuklarına…
Hayatın durduğu, yaşamın tadının tuzunun kalmadığı malum! Ama bazıları hayat durduğu halde durmak istemedi. Kimdi onlar? Sıralamaya çalışalım…
Malum Cumhuriyetin pek çok ışığı vardı. En büyük ışık olan Atatürk’ün çevresinde dalga dalga büyüyen, korku kültürüyle bağdaşmayan, demokrasi ve özgürlüklerle kol kola yürüyen kimi matematikçi, kimi sanatçı, kimi eğitimci, kimi sağlıkçı olarak ülkeye kol kanat gerenlerdi onlar…
Seçtiği sanat dalına bir ömür veren, gece gündüz, demeden çalışan, eğitimi için büyük özverilerde bulunan, işini yaparken pek çok şeyden feragat eden, yardım kuruluşlarında gönüllü olan, bu tür etkinliklerde gönlünden ve yüreğinden veren, ellerinden tutulmadığı için intihar edenlerdi onlar… (üç ayda üç müzisyen intihar etti)
Sazıyla sözüyle, gitarıyla, kemanıyla, akordeonuyla, piyanosuyla izleyici ve dinleyiciyle can cana, yan yana, göz göze, yüz yüze olmasa da (lebaleb mi demeliydim?) öyleymiş gibi coşkuyla çalıp- söyleyenlerdi onlar…
Büyük hayalleri için çaba sarf eden, önüne çıkan engellere direnen, bazen aileleriyle, bazen çevreyle, bazen koşullarla mücadele eden ve sanatsal amaçları için yüreğinin sesini dinleyenlerdi onlar…
Şimdi gerilere gitme zamanıdır…
Kadıköy Anadolu Lisesi’nde uzun yıllar birlikte çalıştığımız, arkadaşım- dostum Zehra Oral’ın genetik olsa gerek rafine bir müzik zevki vardır. Sık sık yazışır, güzel ve özgün parçaları birbirimizle paylaşırız. Birkaç gün önce bana çok sevdiğim “Sorma ne haldeyim!” adlı şarkının “Blue Ritim Band” grubunun hakkını vererek okuduğu yorumunu gönderdi. Kim bilir belki bugünlerdeki ruh halimize de çok uygun düştüğü için midir nedir? “Gün ağarınca boynu bükülmeyen, uzaklara dalmayan var mı, ya da kaldı mı?” diyerek, yetinmeyip hane halkının garip bakışlarına aldırmadan yüksek sesle eşlik ederek kaç kez dinlediğimi bir ben bilirim bir de ben…
Ekip uyumlu, sesler eğitimli, orkestra güçlü olunca, yıllarını bu mesleğe adamış müzisyenler, tasarımcılar ve teknik ekip bir araya gelince, buna deneyimli solist kadrosu da eklenince ortaya böylesi bir performansın çıkması doğal…
Çok sesli, çok dilli, çok renkli solistleri, koroyu kanatlandıran koristleri, uyumun, ahengin, yaratıcılığın, ustalığın, niteliğin, coşkunun egemen olduğu grup üyelerini, yarınların daha güzel, daha güvenli olacağı umudunu içimize yerleştirenleri görüp “iyi ki sanat var” diye alkışlamak doğal…
O halde sözü bağlayalım! Lisede okurken okul orkestrasında gitar çalan, Milliyet Gazetesi’nin Liselerarası Müzik yarışmasında birincilik alan, müzik eğimini aldıktan sonra köklü okullarda öğretmenlik ve bölüm başkanlığı yapan ve ablası Zehra Oral’ın “canparem” dediği Fethi Engin Hocam tam da burada sözüm sizedir…
Hatırlar mısınız bilmem! Yıllar önce kurucularından olduğunuz “Caz Orkestrasını” KAL’a getirerek tüm okulun beğenisini kazanmıştınız. Bu yazımı geç kalmış bir teşekkür sayar mısınız?
Özetle! Sanata gösterilen ilgisizliği, sanatçılara yapılan baskıyı görünce durumdan vazife çıkararak bir değerlendirme yazısı yazmak için bilgisayarımın başına oturduğumda; “bir söyle, bin ah işit!” misali ortaya 3 bölümlük bir yazı dizisi çıkacağını bilmiyordum…
Bildiğim o ki; Ben Aklımdan, gönlümden, kalemimden geçenleri dile getirerek tüm sanatçılara görkemli bir selam yollamak istedim. Bunlar benim yorumum. Herkes kendi yorumunu yapabilir. Ancak! Bugünü anlamak için, geçmişi unutmamak, sık sık o ayak izlerinde dolaşmak şartıyla...