Uçsuz bucaksız özveri derken, akla ilk gelenlere açık mektup…
Ev nedir? Sandığımız gibi sadece dört duvar ve bir çatıdan oluşan sınırlı bir yapı mıdır? Yoksa anlam içeren, hayal edilen, ideal düşler dünyası sayılan bir...
Ev nedir? Sandığımız gibi sadece dört duvar ve bir çatıdan oluşan sınırlı bir yapı mıdır? Yoksa anlam içeren, hayal edilen, ideal düşler dünyası sayılan bir kavram mıdır? Belki hepsi ancak özellikle ve öncelikle ev bir yuvadır, limandır, sığınaktır. Hele de anneler hayatta ise…
Yıllar önce Almanya’da gözüme ilişen bir tabelada: “Bizde iyi bira yok! En iyi bira var.” ibaresini okuyunca, hemen empati yaparak, ülkemde yaşananları ve kadınların başına gelenleri düşünmüş, “Bizim topraklarda iyi anne yok! En iyi, en fedakâr, en verici, en çilekeş anneler var!” demiştim kendi kendime…
Bugün yine aynı noktadayım! Neden mi? Şöyle; Bizim ülkemizde kadın ister dizi oyuncusu, ister film artisti, ister tiyatro sanatçısı, ister gerçek hayatta evinin kadını olsun genelde kurbandır, kurtarıcı değil. Ona biçilen roller, ona verilen görevler hep sınırlı ve edilgendir. Çünkü toplumun dayattığı geleneksel roller, hayalleri cennete, gerçekleri cehenneme dönüştürürken; eril görüş onu hep ikinci planda görmek ister, aksinin fıtrata ters olduğunu düşünür!
Hayatın insanlara verdiği armağanlar vardır. Kadınlara özel olarak verdiği armağanların başında tartışmasız evlat gelir. Çünkü o bir yanadır, dünya bir yana. “Ah ne isterdim yüzünün gülmesini ve neleri vermezdim onu mutlu görmek için!” sözünün sadece onlar için kullanılması bundan. Konuşup gülerken, yiyip içerken bile aklın, fikrin, yüreğin onların yanında, nabzın hep onlarla birlikte atması bundan…
Gelelim bizim cepheye! Uçsuz bucaksız bir şey annelik duygusu! “Hiçbir zaman dilimi ana-evlada yetmez” sözü o anlamda doğrudur. Çünkü çocuklar kaç yaşına gelirse gelsin, saat belirtseler bile göz kapıda, kulak telefonda, beden camda beklenir kapıdan girmeleri gün boyu…
Nedendir bilinmez doğdukları andan itibaren iki parçaya bölünürüz. Ağladı, kustu, uyumadı, çok uyudu, az yedi, ateşi çıktı diye sızlanıp dururuz. Uğurlarına hiç düşünmeden, ikiletmeden kendimizden ne çok şey veririz onlar için. Küçükken düşürmekten korkarız, büyüdüklerinde düşmelerinden…
Alışverişlerde her daim öncelik onlarındır. Onun sevdiklerini alırız, aylardır vitrinde takılıp kaldığımız, düşlerimizde giyinip salındığımız kırmızı elbiseden, onun istediği spor ayakkabı için vazgeçeriz…
Onun içindir ki; “Ağlarsa anam ağlar, gayrısı yalan ağlar” sözünden yola çıkarak, annesini yitiren bir çocuğa hangi teselli sözcükleriyle sesleneceğimizi bilemeyiz…
O nedenledir ki; Anne yarısı olan, öz anneyi aratmayan, evlat edindiklerine öz evladı gibi sahip çıkan mangal yürekli kadınlara hangi sözcüklerle teşekkür edilir bilemeyiz. Antalya’da özürlü çocuğu evlat edinen; “ömrüm oldukça bakarım” diyen annenin özverisini hangi sözcükler dile getirir bilemeyiz…
Sınıfta kalır, biz teselli ederiz, kız ya da erkek arkadaşından ayrılır, “boş ver dahi iyisi çıkar karşına” deriz. Beğendiği telefon için ana yadigârı bileziği bozdururuz.
Başarılı olur, babasına çekmiştir, çünkü bizim toplumda başarıyı baba sahiplenir. Başarısız olur biz iyi eğitememiş, yeterince ilgilenmemiş oluruz! Çünkü onları karşılıksız, hesapsız kitapsız severiz…
Sık sık artık hayatta olmayan annelerimizi anmadığımız düşünmediğimiz an var mı diye düşünür, hele de başımız sıkışınca, onların; “Anne olmadan anlayamazsın” sözleri için ne kadar da haklıymışlar deriz…
Vatan sevmeyi, Atatürk sevdasını, doğayı korumayı, derli toplu olmayı, vicdanlı olmayı, duygu, dostluk, insanlık gibi değerlere saygı duymayı öğreten annelerimiz yaşı kaç olursa olsun göçüp giderken; “Her ölüm erken ölümdür!” diyen Cemal Süreya’nın bu ünlü sözüne “hele de annenin ölümü!” diyerek iç çekeriz…
Şehit cenazelerindeki anne feryatları kulağımızdan gitmezken! Kadıköy Yoğurtçu Parkında hafriyat kamyonunun altında kalan üniversite öğrencisi Şule İdil’in annesi Nesrin Aslan’ın; “Hiçbir şey bana kızımı geri getiremez. Onu kaybettikten sonra hayatım bitti. Son bir yılı neredeyse uyumadan geçirdim. O’nun sevdiği hiçbir şeyi yiyemiyorum. Sevdiği hiçbir şeyi yapamıyorum. Sanki o evin içinde yaşıyor, kahve içtiği kupadan yattığı yastığa kadar her şey İdil. Kızım onu bebekken arabasına koyup gezdirdiğim parkta hayatını kaybetti. Şimdi bebeklerini gezdiren anneleri görünce dalıp gidiyorum” şeklindeki sözlerine duygulanırız…
9 yaşındaki oğlu Arda’yı Çorlu tren kazasında yitiren anne Mısra Öz’ün bitip tükenmeyen mücadelesini alkışlarız…
Geleceğin cesur yürekli annelerinin harcının, geçmişin aslan yürekli analarının öyküleriyle kurulacağına inanırız...
Yaşamı onaran ve çoğaltan, cesaret ve girişkenlik ondan sorulan kadınları görünce! Yüzüne harita gibi çektiği çilelerin, hissettiği kederin bütün çizgileri kazınmış, 30 mu 50 mi belli olmayan yaşsız kadınlara bakınca! Çileli bağrının barınağında çok şey saklayan anneleri dinleyince o nedenle bakışlarımızı kaçırırız…
Onun içindir ki! Eskiden beri bizim ülke kadınlarının yaratıcılığına, direncine, onuruna, insan -doğa ve hayvan sevgisine merhametine, adalet duygusuna şefkatine, özverisine, pes etmeyen duruşuna, dokunaklı bakışına, 12’den vuran sözlerine hayranlık duyarız...
Onun içindir ki! Sophokles’in; “Çocuklar annelerinin hayata tutunmasını sağlayan birer çıpadır” sözünü esas alarak, evlat der susarız, evlat der yemeyiz, evlat der vazgeçeriz, evlat der katlanırız…
Özetle; Kısıtlı bütçeyle ev geçindirirken Oscar’lık başarıya imza atan kadınlara şapka çıkarmam bundan. Toplumun kanayan ve kapanmayan yarası kadına şiddetin, mahalle baskısının, küçük yaşta evlendirilmemin her safhasını Nobel’lik bir üslupla anlatan annelerle gurur duymam bundan! Yuva olan, okul olan, arkadaş olan, dost olan, hasta, bezgin, umutsuz olsa da her daim güler yüzüyle sarıp sarmalayan hemcinslerimi yazılarıma konu etmem bundan. Yorgun kollarıyla kapıyı açan, kusuru kabahati görmezden gelen, affedip bağrına basan tüm anaları makalelerime, konuşmalarıma, kitaplarıma konu ve konuk etmem bundan…
Kutlama notu: Yazı günüme denk gelmediği için okurlarımın Anneler Günü’nü biraz erken kutluyor, kadınların yaşam biçimlerine, fikirlerine, üretimlerine, meslek seçimlerine müdahale edilmeyen, kadınlara ağıt yakılmayan, huzur ve güven veren bir ülke hayalimi koruyorum. Geçmişimizdeki rol modellerin bize yol açtığını, hayallerimizin bizi motive ettiğini ise hiç unutmuyorum. Sağlık ve esenlik dileklerimle…