Durup dururken aklıma gelmez mi?
Zaten kaygan olan politik zeminde hoşgörü bitince kurgu ve yaftalama tüm hızıyla başlıyor. Örneğin istifalar başta CHP olmak üzere diğer partilerde yaşanırsa...
Zaten kaygan olan politik zeminde hoşgörü bitince kurgu ve yaftalama tüm hızıyla başlıyor. Örneğin istifalar başta CHP olmak üzere diğer partilerde yaşanırsa deprem olarak görülürken, AKP’de yaşanırsa metal yorgunluk, affını istemek olarak açıklanıyor. Uzun süreli gaybubet ve sessizlik ise! Yorumsuz…
Bunun temelinde yatan nedir derseniz? Benden yana olanlar, benden yana olmayanlara uygulanan çifte standarttır bunun adı! Bu arada güven ve adalet mi dediniz? Pardon…
Siyasal iklime dönersek! Sürekli, durmaksızın, inatla, ısrarla siyasi otoritenin fidan merakını anlamak zor! Yine iktidarda kalmak isteyenlerin, daha doğrusu koltuktan kalkmak istemeyenlerin, yıllardır iktidara gelmek isteyenlerin mücadelesini anlamak kolay! Ancak arada kavrularak, savrularak, kahrolarak yaşayanların dramını kim anlayacak?
“Paramız var ki ithal ediyoruz diyen tarım bakanına “üretim ve ihracat olursa ülke kalkınır, ithalatla değil!” yanıtını kim verecek? “Ekonomi benim alanım!” diyen CB’na “Emekliyim, işçiyim, açım, imdat!” diyenleri, çöpten beslenenleri, açlıktan ölenleri kim hatırlatacak?
Son 18 yılda cumhuriyet tarihinin en başarılı yıllarını yaşattık diyen yöneticileri, “keşke danışman ordularınızı gerçeği anlatın diye uyarıp, politik zemin kayganlığının nelere mal olduğunu göz ardı etmeseniz!” diye kim uyaracak?
Karlı yollara aşarak olumsuz hava koşullarına rağmen aşı yapan sağlıkçılar için o kadarı parantez sayılır diyenlere bu parantezin içini biraz da sizler doldursanız önerisini kim yapacak?
Sorunlar ortada dururken, sırayı saptamalı sorulara bırakalım…
Halka yönetimden gelen sabret, şükret ve kork önerileri belleklere kazınırken, toplum tıkanmaya ve tükenmeye yüz tutmuşken, hiçbir şey umurunda olmayanların ilgisiz ve duyarsızlıklarını daha ileri bir seviyeye taşımalarına şapka çıkarılmaz mı?
Ölümlere dair, sağlık ordusunun verilmeyen haklarına dair, ülkemizin üzerindeki kara bulutlara dair, ağlayanın çok gülenin az olduğu günümüze dair yazacaklarımız ne yazık ki yaz yaz bitmiyor. Yaza çize, konuşa anlata artık sıradanlaşan konuları sık sık öne çıkarmak bazılarını sıksa da olup biteni haklı çıkarmamak adına bu çabayı sürdürmek gerekmez mi?
Çarşı pazara zam yağıyorken, 250 kişilik itfaiye kadrosu için itfaiye tarihine geçecek şekilde 30 bin başvuru yapılıyorken, dillerinden düşmeyen; “Neredeeeeen nereye geldik?” cümlesine, yeni bir katkı sunmak gerekmez mi?
O halde gelin siyasal iklime katkı sunmak için kolları sıvayalım! İşsize iş, aşsıza aş bulabildiniz mi? Dertliye derman olabildiniz mi? Mutfaktaki yangını söndürebildiniz mi? Dükkânına kilit vuran, kepenk indiren, iflas bayrağını çeken esnafa kulak verebildiniz mi? Bundan sonra kürsülerde, meydanlarda, ekranlarda; “nereden nereye getirdik, bakın geldiğimiz yere ya da gelinen yere! Bunun adı; “Ben (şahsım) yaptım oldu. Ben yaparım olur. Ben atadım oldu. Ben ne dersem o!” değil midir?
Sonuç ortada! Maksat gündem değişsin, hava bulansın, gerçekler konuşulmasın, boş fileler görülmesin, zamlar unutulsun. Bu salgın ortamında kapalı mekânları dolduranlara, salonlara tıklım tıklım oturtulanlara teşekkür edilsin, aferin denilsin…
Doğruya doğru! Nereden nereye…