Kendine gel dedim ama gelemedim...
“Gerçek taşınması ağır bir yüktür!” denir ya! Bu sözü esas alıp hayatın her alanında ve her anında ödenen bedellere göz atmak, sosyolojik verileri, sınıfsal tabanı, kamu vicdanını gözetmeyen siyasal iklimi bir kez daha sütuna yatırmalı mı?
Manzara artık yadsınamayacak, göz ardı edilemeyecek, gözden kaçmayacak ve görmezden gelinemeyecek safhayı çoktan aşıp netleştiği için tarihe not düşmek adına, özellikle de milli mücadelenin şah damarını, nefes borusunu görmezden gelenlere tekrar da olsa bazı konuları hatırlatmalı mı?
Sorun olmayınca adım atışları, bakışları düşünüşleri, gülüşleri, özetle dünyaları değişecek olan gençleri önemseyelim, onları ülkelerinden koparıp kaçırmayalım, bunu yapmak için daha fazla geç kalmayalım demeli mi?
Gün, saat, hatta dakika başı gündemimize bomba gibi düşen haberlere bakıp, bu gerçekten yola çıkınca, hele de sorunların iç politika, dış politika, ekonomiye yansıyan acı sonuçlarını görünce bu görüş ve bakışla ancak bu kadar olur, daha fazlasını beklememeliyiz, şaşırmayacağımız daha ne kaldı diye düşünmeli mi?
Kurumların, kuralların, kavramların, kadroların içlerinin boşaltıldığını, insani, vicdani, ahlaki değerlerden hızla uzaklaştığımızı görünce, CB’nın: “Kanal İstanbul ülkemize ve İstanbul’a nefes borusu olacak!” sözlerine, keşke başka alanlarda nefes borusu açılsa demeli mi?
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık’ın; “Aile içi şiddet bizim dönemimizde azaldı!” sözlerine artan kadın cinayetlerini ve vazgeçilen İstanbul Sözleşmesini fonda tutarak “biz kadınlar için çok can acıtıcı, çok can sıkıcı kararlar alındığını” hatırlatmalı mı?
Canımızın sıkkın olduğunu, kırgın, kızgın, öfkeli olduğumuzu, huzurumuzun olmadığını, nokta koymazsak bu listenin uzayıp gideceğini, dikkatli bakmaya gerek olmaksızın yüzeysel bakınca da ortama hâkim olan kaygı ve mutsuzluğun açık ve net görüldüğünü örneklerle daha sık paylaşmalı mı?
Benzetmek gibi olmasın ama “Şu karşı yaylada göç katar katar” türküsünün sözlerini nasıl değiştirirsek içimiz biraz rahatlar diye kafa yormalı mı?
Ya da eskilere sığınıp; “Girdiğin yol mu dar? Çıktığın dağ mı kar?” sözünden yola çıkarak yolu da, dağı da daha iyi mi hesap etmek gerekir? Veya bu tür sorular ve sorunlara muhatap olmamak için ne yapmalı diye bininci kez hatırlatmalı mı?
Bu kadar sorun yeter diyerek noktayı koymadan önce! Aklıma geldi yazıya da gelsin! Değerli yalnızlığın mucidi A. Davutoğlu 6 milyonu bulan artık adı mülteci mi olur, sığınmacı mı olur, göçmen mi olur her neyse zorunlu ve sorunlu konuklar için; “Kalbimiz bütçemizden büyüktür!” demişti. Gerçeklerin altını çizmek ve gerçeğin taa gözünün içine bakarak hala o noktada mı diye merak edip sormalı mı?
Yönetenlere göre dünya devi olan ülkemizden manzara-i umumiyenin, iç acıtan verilerinin altını sık sık çizmemize rağmen değişen bir şey olmadığını görüp kaygılara kaygı katmalı mı?
Sonra da gözü ve kulağı daha çok açmak zorunda olduğumuzu hatırlatarak başka yolu yok deyip nokta koymalı mı?
Yoksa tam da burada biraz durarak, bir parça soluklanarak, derin bir iki nefes alarak, iki dakika düşünüp, kendine gel diyerek ama ne yazık ki gelemeyerek (!) okura sormalı mı? Bilemedim…
Bildiğim o ki tüm okurlarımın sağlık dileyerek bayramını kutluyorum.