Yarışma mı? Hesaplaşma mı?

11 milyonu bulan işsizler ordusunun çilesini, gençlerin çalınan hayallerini, ekmeğinin derdinde ve sorunu geçim olan milyonların aczini gördükçe insanın...

11 milyonu bulan işsizler ordusunun çilesini, gençlerin çalınan hayallerini, ekmeğinin derdinde ve sorunu geçim olan milyonların aczini gördükçe insanın ağlayası geliyor. O nedenle burada duralım, soluklanalım ve öyle devam edelim. Bu tablo sürerse değişen ne olacak, ya da ne değişecek diye sorarak…

Aslında yine önemli derecelere imza attık!

Siz bakmayın yüksekten atmalara, abartılı rakamlara, karmaşık hesaplamalara! Katar’la dostluğumuzu perçinlemelere! Az katılımlı çok görkemli açılışlara! Kamuoyu bunlarla avutulurken; Enflasyonda Avrupa birincisi olduk! Bu alanda dünyada 11. sıraya yerleştik. Son çare olarak insanlar hayatta ve ayakta kalabilmek, yaşayabilmek için yıllarını, emeklerini, gönüllerini verdikleri son kaleleri olan evlerindeki yaşanmışlıklarını satmaya başladı! İstatistiklere yansımasa da ne yazık ki hazin gerçek budur…

Halkın büyük çoğunluğu güven, huzur, hukuk, demokrasi, tarafsızlık gibi konulara özlem duyarken! Bu kavramlardan ödün vermemek için direnirken! Yönetimin canla başla direnmesine rağmen kazanımlarımızdan vaz geçmeyi asla düşünmezken! Kadınların eşit temsil isteği, yüzde 50 cinsiyet kotası önerisi TBMM’de reddedilirken! Daha fazla kadın meclise girmesin diye iktidar ortakları ısrar ve inatla “hayır derken! Sormak gerekir pozitif ayrımcılıktan nedir bu korku diye?

Şimdi gelin! Bir anda yok edilen geçmişi özlemeyin! 1926 Medeni Kanunla, 1930 yerel seçimlerde kadınlara oy verme hakkıyla, 1934 seçme ve seçilme hakkıyla yıllar önce Türk kadınına sağlananları unutun!

Şimdi gelin! Acıları, sevinçleri, mutlulukları, dayanılmaz haksızlıkları, talihli anlarımızı, zamansız ve erken kayıpları kısaca hayatımızın bir perdenin ardına saklanan anlarını hatırlamayın! Bir zamanlar muhabbetle bakılanların bir süre sonra müebbetle yargılanmalarını anımsamayın. Sonra da olup biteni ve yapılanları ilelebet unutun…

Şimdi gelin! Şu sorulara cevap aramayın! Yokluk yoksulluk neye mi neden olur? İç göç artar, sorunlar çoğalır, sorular cevapsız kalır, iş kuyrukları uzar, fiyatlar can yakar. Pazar artıkları devreye girip, yurttaş 5 liralık zeytin peyniri cebine koyarak, eli boş cüzdanında gözü raflarda uzaklaşır gider. İnsanların dün sahip oldukları insani, kültürel, siyasi, ekonomik değerler yerini başka arayışlara, tehlikeli mecralara bırakır.

Sonra ne mi olur? Teselli anlamında söylenen; “Her şey dört dörtlük, raflar dolu, her evde araba var, her evde buzdolabı, cep telefonu var, bolluk içindeyiz, muhalefet ve bir kaç muhalif gazete abartıyor.” sözü boşlukta sallanır…

Ne diyor Aziz Nesin; “Her şeyim var, yalnız huzurum yok!” nasıl da görmüş bugünleri! Hele de neyin olmayacağını, niye olmadığını, nasıl olacağını gördüğümüz günümüzde! Çünkü tarih göstermiştir ki; Yönetimlerin anlatacak hikâyesi, söyleyecek sözü, hele de inandırıcılığı bitince raf ömrü de biter…

Oysa akıllı ve akılcı projelerin, emek, özveri, dayanışma ve dert edinmenin toplumların kaderini nasıl değiştirdiğini en iyi bilen yine tarihtir, deneyimdir, geçmiştir…

Ucuz, sıradan, çare bile olmayan geçici çarelerle günü kurtarmanın halkı kurtarmak, olmadığı, kalkınmanın, ilerlemenin, sorunları çözmenin, uygar ve özgür bir toplum oluşturmanın, çağa ayak uydurmanın yolunun temeli sağlam adımlardan geçtiğini bilmemek nasıl bir duyguysa artık! Kaderin bu kuşağa yüklediği nasıl bir döngüyse artık!

İnsan sormadan edemiyor. Kendimizle mi yarışıyoruz? Akıp geçen, AKP’li yıllarla mı göçüp gidiyoruz? Yoksa muhalefet liderinin helalleşme önerisiyle mi hesaplaşıyoruz? Kala kalıyor insan…

Özetle! Olup bitene, olup bitmeyene, delip geçene bakınca yaşananların yerli ve milli bir kriz olduğunu söyleyebiliriz. Önümüzde yürünecek mihnetli bir yol, aşılacak çetin engellerle zor mu? Tabii değil. Öncelikle istemek ve dert edinmek önemli…

Ayağı yere basan projeler üretirsek, istersek, dert edinirsek; “Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana.” “Mevla’m birçok dert vermiş.” Türkülerini rafa kaldırır, bitmeyen gurbet, özlenen memleket edebiyatını bir süre için unutur, yüksek enflasyon, önlenemeyen işsizlik, artan yoksulluk, biten umutlar, çöken hayalleri geçmişte bırakırız.

Önemli not: Genelde dünya, özelde ülkemiz bu kafayla döndükçe bizim yazar merakımız iz sürmeye devam eder, sonra ne mi olur? Yazdıklarımız okunur ama hemen unutulur. Hele de ülkemizde sağlıklı istatistik zaten yokken, olsa da umursamayan bu kadar çokken…