Bellek taraması…
Bu yazıyı yazmak için bir tür bellek taraması yaptım! Aslında liste tam gönlümce olmadı ama idare edeceğiz artık! Evet, Türkiye insanı yoran zor bir ülke!...
Bu yazıyı yazmak için bir tür bellek taraması yaptım! Aslında liste tam gönlümce olmadı ama idare edeceğiz artık! Evet, Türkiye insanı yoran zor bir ülke! (hele de son yıllarda) Bu fiziki değil kafaca bir yorgunluk. Yarın endişesiyle yaşamak, nelerin olacağını bilememek insanları tedirginliğe, karamsarlığa korkuya itiyor. Bu arada övünmek gibi olsun! Bilenler biliyor bilmeyenler de yazdıklarımızdan çok şey öğreniyor! (Laf aramızda bunun adı da biraz dertleşme, biraz paylaşma, biraz övünme ve çokça sorumluluk duygusu oluyor!)
Dikkatinizden kaçmamıştır! Tüm ekranlarda sık sık karşımıza çıkan yeni bir reklam var. Yeni Türkiye’nin anlatıldığı AKP’nin reklam filmi bu! Hazırlayanlar; “Eyyyy Türkiye!” ile başlayan, Tuna nehirli fon müziği eşliğinde devam eden, Alpaslan’dan, Melikşah’a, Fatih’ten Süleyman’a, Abdülhamit’ten Anka kuşuna uzanan, bol bol “birlik- bereket- bolluk- istikrar – istikbal” sözcüklerini içeren bu tanıtımda keşke ana tema olarak Yeni Türkiye yerine Eski Osmanlı deselerdi. Böylece bilinçaltı ortaya çıkıp, mesaj daha net anlaşılmaz mıydı?
Gelelim sorularımıza! Toplumun orta direği olan 3 milyonu aşkın yurttaş yoksul grubuna düşmüşse, dış borcumuz 16 yılda 130 milyar dolardan 453 milyar dolara çıkmışsa, yıkımın, kıyımın, hukuksuzluğun, zulmün madden ve manen tutuşturduğu yürekler kanıyorsa “yok artık!” deyip geçiştirmek olur mu? Ya da bunun adı sorumlu yazarlık olur mu?
Bir Türkiye fotoğrafı olarak lüks ve şatafat ortalarda kol geziyorsa, helikopterler uçaklar, ambülanslar, seçim gezileri için kullanılıyorsa millet bahçesinden millet parkından, millet kıraathanesinden, millet hastanesinden medet umuluyorsa buna bravo denilmez mi?
AKP genel başkanı; “Alacaksınız çoluğunuzu çocuğunuzu yanınıza, gideceksiniz millet bahçesine bu arada onlarla beraber yatıp yuvarlanacaksınız” diyor- diyebiliyorsa ve güçlü bir ülke için yuvarlanmayı yeterli buluyorsa bu söylem ayakta alkışlanmaz mı?
Gelelim başka bir sorunumuza! Mizah yapmak kolay değildir, herkesin harcı da değildir, alıp satılan, giyip prova edilen, oldu mu olmadı mı denilen bir şey hiç değildir! Demek ki mizahın eğreti kaçmamasının olmazsa olmaz şartları vardır. Örneğin belli bir birikim, alt yapı, espri yeteneği, ironik bellek ve batılıların humor dediği (komik, güldürücü anlamına gelen) nitelikler gerekir. Mizah; hazır cevap olmayı, inceden alay etmeyi, incitmeden dalga geçmeyi, göze sokmadan hafife almayı da içerir. Ancak dozu ve dozajı hassas terazide tartarak…
Ben bunları niye yazarım? Son yıllarda öylesine gerildik, öylesine kutuplaştırıldık, öylesine mizah ve espriden uzaklaşır olduk ki! Mizahı özler, yerinde yapan olursa alkışlar olduk. Hoş bizim gibi adanmışlık ve aldanmışlıktan pek yakasını sıyıramayan toplumlarda gülmek ve gülümsetmek zor olsa da bazı özet bilgileri yorumsuz aktarmak iyi olacak gibi…
Mesela önceleri çılgın projeler atıldı ortaya. Köprü, duble yol, Kanal İstanbul, Avrupa ölçülerinde AVM, üst geçit, alt geçit gibi. Tüm bunlar ballandıra ballandıra anlatıldı, ilk kez yapılıyormuş havası yaratıldı, bugüne dek düşünülmediğinin altı defalarca çizildi. Yapılan oldu, biten oldu, kullanılan oldu, atıl kalan oldu derken seçimlere 2 hafta kala seçmenin önüne kıraathane müjdesiyle ( çılgın proje mi demeliydim?)çıkıldı. Şaka gibi, espri gibi…
Adalet ve kalkınmanın çimento hayranlığı ve yeşil düşmanlığı olduğunu borçlar katlanınca, yüksek faiz liginde Angola ile yarışınca anlayan bizcileyin garip- guraba takımı da bunu hele de “keki” duyunca mizahi bir istihdam sanıp sevindik. Ve aramızda bir öneri paketi geliştirdik. O da şu; 65 milyar dolara mal olacak Kanal İstanbul çılgın projesi bitince bu kanalı kullanamayacak olanlara o civarda kıraathaneler yapılsa, onlarda Kanal İstanbul’la bakarak kendi aralarında konuşup, bedavadan çay içip, parasız kek yese! Bu da bir nevi istihdam sayılmaz mı?
Mizahtan ciddiyete geçersek! Kıraathane kararının altında işsizlik oranının yattığına eminim. Saray erbabının işsizlik oranının ne hale geldiğini duyduklarından kuşkum yok! Aksi halde bayram değil seyran değil iki ara bir derede bu karar niye alınsın? Belli ki birileri, ya da yürekli bir danışman genç nüfusta işsizlik oranının yüzde 21.2’ye dayandığını, diplomalı genç nüfusta yüzde 26’ya ulaştığını rapor etti yüksek tepelere! Ve bu radikal karar alındı.
O halde Ey gençlik! İstikamet nire derseniz! Sizi bekleyen her çeşit ikramlı, çaylı, kekli sohbetli, kitaplı kıraathane deriz! O halde gençler kemerlerinizi bağlayın uçuşa geçiyorsunuz. Bu arada keşke bugüne kadar aidiyetleri özne yapmadan, alt kimlikler üzerinden politika gütmeden, insanları ötekileştirmeden siyaset yapılsaydı açılacak o kıraathaneleri genç işsizler ordusu sabah akşam silme doldururdu…
Soru 1: Evrensel kurallara göre ülkelerin zenginliği yaratıcı ve nitelikli insan gücüdür. 12 bin insanımız ülkesinden çekip, göçüp, kaçıp, bıkıp gitmişse, 2 yılda dış ülkelere 5 milyarlık konut yatırımı yapmış isek, iyi eğitim alan başarılı gençlerimiz geleceklerini yurtdışında kurmayı istiyor ve arkalarına bakmadan arayışa giriyorsa yönetenler bu konuda ne düşünüyor?
Soru 2: Bu ülkenin kurucusuna inanmamız ve izinden gitmemiz için çok nedenimiz var. Şimdi sorma zamanıdır. Bu ülkenin tarihine, kurucusuna, kurucu değerlerine büyük saygı duyanların, vefa borcu olanların gelinen noktada kaygı duymasında payınız yok mu? Toplumsal ve siyasal dinamizm sizin ilgi alanınıza girmiyor mu? Öncelikle bu sorunun üzerinde kafa yormanız gerekmiyor mu? Ayarlı, planlı yenilmezlik efsanesi, yeni köprüler, Kanal İstanbul projesi, yeni havaalanları, millet bahçeleri işin sırrı bu diyerek göçü engelliyor mu? Tehdit ederek, düşmanlık saçarak, nefret diliyle konuşarak nereye kadar?
Nokta: “Siyasetin ve hitabetin yarısı ilim ise, yarısı filmdir. İlmi ustalar hazırlar, filmi baş ustalar oynar” demiş eski bir siyaset erbabı! Nasıl mizah, nasıl espri, nasıl umor ama…