Heykele atılan halatın düşündürdükleri…
(Deha kime denir?) Günümüzde içi boşaltılan “Deha” sıfatının gerçek adresini bilmeyenler ve görmeyenler için dehanın kim olduğunu...
(Deha kime denir?)
Günümüzde içi boşaltılan “Deha” sıfatının gerçek adresini bilmeyenler ve görmeyenler için dehanın kim olduğunu anlatmaya gerek var mı bilmiyorum! Bildiğim o ki bunu bizim kadar dünya da biliyor, bizi kıskanan batı da…
Yazıma Büyük Atatürk’ün ağzımı açık bırakan gardırop kültürüyle başlayacak deha nasıl olunurmuş konusunu masaya yatıracaktım! Ancak Samsun’da Atatürk heykeline yapılan saldırıyı, bağlanan halatları, bunu görmeyenleri, anında müdahale etmeyenleri, yağan çığ gibi tepkileri, halkın sabaha kadar tuttuğu nöbeti, heykelin çevresinde oluşturulan insan zincirini görünce gün bir kez daha hatırlatma günü dedim…
Şimdi eskilere gidelim! O yıllarda ve o koşullarda giydiği elbiselere, seçtiği renklere, tercih ettiği kumaşlara, kendisine çok yakışan giyim tarzına bakalım. 1930’lu yıllarda sergilediği şıklığa, duruşa, balodan günlük yaşama, askeri üniformadan resmi toplantılara kadar her birinin hakkını veren şıklığa, estetik açıdan sergilediği duruşa göz atalım. Sonra da hakkında söylenenlere kulak tıkayalım. (zamana yolculuk şansım olsa hakkımı Atatürk döneminden yana kullanır, yolunu bulup tango yapardım paşayla, ya da memleketimle özdeşleşen Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa oyunu için kendilerini piste davet ederdim.)
Yıl 1930 İngiliz Büyükelçi Sir Percy Loraine diyor ki; “Dimdik bir duruş! Yiğit bir görünüş! Eksiksiz bir giyiniş! Keskin hatlı bir vücut! İnsanın içine işleyen mavi gözler! Kabarmış kaşlar! Her bakışında, her jestinde göze çarpan keskin bir canlılık! Sanırım o olağanüstü bir insandı.”
Şimdi sorulara geçme zamanıdır…
Yenilmiş Osmanlı’nın dağıtılmış ordusuyla, el konulmuş silahlarıyla, yorgun halkı ile başlattığı Anadolu ihtilalinde ülkesine yapılan saldırıyı yenerek yeni bir devlet kurmayı başarana ne denir? Ya da o kimdir?
Çanakkale Savaşı’nda yarbay rütbeli Mustafa Kemal olarak öngörüleri, stratejik hamleleri, etkin taktikleriyle İngiliz- Fransız güçlerini yenerek savaşı kazanan, dünyayı değiştiren hamleyi yapan kimdir? Ya da ona ne denir?
Türk Kurtuluş Savaşıyla ülkesini yabancı istilasından kurtarmakla kalmayan, Düvel-i muazzamayı yenen, saltanatı ve halifeliği kaldıran, bağımsız- laik- uygar Türkiye’nin kuruluşunu ve kurtuluşunu gerçekleştiren kimdir? Deha başka türlü nasıl olunur?
O zorlu koşullarda yaptıklarıyla, adımlarıyla, atımlarıyla, düşünceleriyle, gerçekleştirdikleriyle yalnızca çağına değil, çağlara seslenen ve gözü hep üzerimizde olan kimdir? O’nun adı Kuvayı Milliye’nin dev ve devrimci önderi değilse nedir?
Hayatını saraylarda, rahat yatağında değil savaş meydanlarında geçiren, gözünü, böbreğini o zorlu günlerde hastalıkla tanıştıran, 57 yıl yaşamasına rağmen 84 yıldır minnetle, sevgiyle, saygıyla, hayranlıkla anılan ve unutulmayana ne denir? O’nun adı kurtuluş savaşının yiğit başkumandanı değilse nedir?
Temel ilkelerini; bağımsızlık, laiklik, eşitlik, üreten toplum, çağdaş eğitim olarak sıralayan; “Benim manevi mirasım akıl ve ilmin rehberliğidir.” diyen kimdir?
1929- 1938 döneminde Almanya, Avusturya, Çekoslovakya, İsveç, Fransa, Belçika, İsviçre, İtalya, İngiltere, Macaristan, ABD ve Rusya’ya öğrenci göndererek, bu gençlerin seyahat biletlerinin, harçlıklarının, okullara kabul belgelerinin hazırlanarak onlara Ankara’da teslim edilmesini sağlayan lidere tek kişilik ordu, laik cumhuriyetimizin büyük kurucusu denilmez de ne denir?
Dönemin son derece kısıtlı koşullarında gençlerini böyle yetiştiren, onca fakirliğin içinde onları zorda bırakmayan, yabancı topraklarda ülkelerini en iyi şekilde temsil etmelerini sağlayan, gençliğine; “Muhtaç olduğun kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur” diyen lidere öncü ve önder denilmez de ne denir?
Başta Hindistan’da Mahatma Gandi olmak üzere; Adımlarıyla, yaptıklarıyla sömürülen ülkelere ışık olan, umut olan, ön ayak olan, örnek olarak alınan, onların da kendi ülkeleri için kurtuluş mücadelesi başlatmalarına öncü olan kişiye mazlum milletlerin esin kaynağı denilmez de ne denir?
Tüm bunları hayata geçirirken kendi halkına duyduğu güvenden başka hiçbir desteği olmayan, amacı ülkesini uygar dünyanın bir parçası yapmak olan, bunun için gece gündüz çalışan, arkasında akılla, bilinçle, inançla karılmış Trablusgarp, Çanakkale, Filistin, Sivas, Erzurum, Ankara, İnönü, Sakarya, Dumlupınar, İzmir, Lozan gibi destansı başarılar olan lidere ne denir?
Ardında çelik ağlar, cumhuriyetin sesi, soluğu, kaleleri olan fabrikalar, aydınlanmanın ışığı kurumlar, çağdaş eğitimin simgesi okullar, kadın-erkek eşitliği gibi dev adımlar ve yapıtlar bırakan, hem vatan kurtaran, hem de dünyaya nam salan lidere ne denir?
O zorlu koşullarda hayatına 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan sığdıran, 11 kitap yazan, notlar alarak 4 bin kitap okuyan, siyasetten sanata ilk akla gelen dehaya aşılmaz ve aşınmaz lider denilmezse ne denir?
Demem o ki; Sıralanan ve sıralanamayan tüm bu özelliklerin ardındaki imzaya, mili mücadelenin şah damarına, aydınlanma ve devrimlerin büyük ustasına, bazılarının kâbusu, halkın vazgeçilmezi olan lidere deha denildiğini bilen bilir, bilmeyen de öğrenir…
Özetle; Samsun’da Milli Mücadelenin sembolü olan Atatürk Anıtı’na yapılan saldırı sırasında heykele bağlanan halat, yapanların kabarık suç dosyası, uyuşturucu bağımlısı olmaları, o anda alkollü olup, yaralamadan sabıkalı oluşları gibi gerekçeler orta yerde dururken ve asla şaşırtmazken biz bu filmi son yıllarda çok gördük diyelim ve ilave edelim! Ne halat işe yarar, ne anıtı sökülür, ne de yüreğimizdeki yeri ve ilkeleri…
Çünkü biz 10 Kasım 1938’de neyi mi gördük? O’nun ne kadar hızlı koştuğunu, ardında ne kadar anlamlı bir miras bıraktığını, ruhunun derinliğini, zekâsının ve öngörülerinin çapını, engin ve derin kültürünü, yerinin asla doldurulamayacağını gördük. Nokta…