Zekâ ve çeşitleri…
Malum zekâ oranı kişiden kişiye az çok değişir ama çeşitleri sabittir. Örneğin akademik zekâ vardır, duygusal zekâ vardır, sosyal zekâ vardır, mizahi zekâ vardır, kültürel zekâ bazen vardır, bazen yoktur gibi…
Kişide öğrenme yeteneği varsa, merak etme güdüsüne sahipse, görebilme yetisi gelişmişse, olaylara geniş açıdan bakabiliyorsa, günü ve geleceği iyi okuyabiliyorsa bunun adı kültürel zekâdır. Ancak biat kültürünün hâkim olduğu itaat temelli topraklarda, ön kabule sahip, risk almaktan korkan, değişimden kaçınan, alıştığını sürdürme eğilimi olan iklimlerde kültürel zekâ gelişmez daha doğrusu yerleşmez.
Baskı yönetimleri şunun kanıtıdır; Arkada hiçbir ciddi birikim, yetenek, bilgi ve beceri yoksa ancak gün kurtarılabiliyor, üç beş klişe sözle konuşuluyor, yarına kalmak mümkün olmuyor. Bu arada ve sık sık yanlışlarla, başarısızlıklarla, aldatılmışlıklarla günler geçse de iyi bir pazarlama yöntemi ve başarılı bir satış stratejisiyle kitleler etkileniyor. Böylece tabana mesaj verilirken gelecek garantiye alınıyor!
Sonra ne mi oluyor? Şu oluyor. Yollar aşılıyor, kişiler aşınıyor, yıllar geçiyor, tarih yitiriliyor, bellek parçalanıyor, elin oğlu sarayı görünce; “Büyük devlet olmanın alametifarikası budur” deyince gaza gelip havalara uçulurken son 2-3 yıl içinde yurtdışına göçenler ve yatırım yapanlar unutuluyor. Hiç bilmediğimiz ve tahmin etmediğimiz kişilerin bile yurtdışını tercih ediyor olması görmezden geliniyor…
Önemli olan ise durmadan altyapı yatırımlarını anlatarak, seçmeninden kendisini iktidarda tutmasını isteyerek, gece gündüz göz boyayarak, köprüleri, bölünmüş yolları, hızlı trenleri, havaalanlarını, şehir hastanelerini parlatarak tabanı elde tutmak oluyor! Gün olup devran dönünce aklıselimin yüzeye çıkanla, derine ineni görüp anlaması ise pek umursanmıyor…
Şimdi sırada zor bir soru ama nesnel bir fotoğraf var. Acep diyorum seçmen kitlesinin göremediği bir şeyler mi var? Bir çöküş olduğu kesin, millet parkları ve kıraathaneler dışında yeni projenin olmadığı ortada. Hep geçmişin olduğu geleceğe yönelik bir şeyin kalmadığı çok net! Hızlandırılan ve hizaya sokulan yasalar önümüzdeyken yeniden soralım bu da mı görülmüyor? Yüksek gerilimle yaşamaktan yorulmadı mı bu halk? Bayram sürecinde bile yüzlerin gülmeyişi neyin işareti dersiniz? Son düzlüğe girilirken bunu düşünsek mi?
16 yıldan beri büyük iş diye diye inşaatlarla övündüler. Ülkemizin topraklarının yüzde 48’i çölleşme riski altında. Çölleşen Türkiye, kuruyan akarsular, ekilebilir arazilerin azalması, her alanda ithalat kimin eseri? En büyük saraylar, asansörlü camiler, en büyük hava limanları, betona gömülen şehirler, moloza boğulan denizler - göller, 25 yıl hasta garantili şehir hastaneleri, ailecek yatıp yuvarlanılacak millet bahçeleri kimin eseri?
Batılı siyaset bilimcileri diyor ki; “Akıllı bir yönetici, politikalarını değiştirmeyi bilmelidir.”
Yoksa? Yoksası şu; Baskıyla, dayakla, hakaretle, gözdağıyla gün kurtarılır ama devlet yapısının taşıyıcı kolonları, kirişleri, tavanları, duvarları çökerse, ortada bir enkaz kalır, onun da altından kolay kolay kalkılamaz. Bunun da kabul edilebilir bir yanı olmaz. Olur, olmaz bilmem ama yukarıdaki söz sanki bizim gibi ülkeler için söylenmiş gibi!
Sözün özü: Bir bilge diyor ki; “Türkiye çok uzun zamandan beri hiçbir şey öğrenmeden her şeyi öğretmeye kalkan insanların prim yaptığı bir ülke oldu.” İnsanı silkeleyen, sarsan, uyaran bir saptama! Bu sözü kim demiş, niye demiş, kime demiş merak etmiyorum. Ancak 60 milyon seçmenle, bilinen (!) 30 bin Suriyeli mülteciyle, ilk kez oy verecek 1 milyon gencimizle seçime giriyoruz ya! Esas merakım bu benim…