Unutulmayanlar (3)…

Bıkıp usandıran siyasi polemiklerden yorulan, zam yağmuruyla tükenen, farklı konular arayan okurlarımın “devam” diyen iletilerinden aldığım cesaretle...

Bıkıp usandıran siyasi polemiklerden yorulan, zam yağmuruyla tükenen, farklı konular arayan okurlarımın “devam” diyen iletilerinden aldığım cesaretle “Unutulmayanlar 3’le” huzurlarınızdayım. Neden derseniz? Sıralamaya çalışayım…

Eli öpülesi Cumhuriyet öğretmenlerinin elinde yoğrulmuş biri olarak; Kendimi bildim bileli önüne hedefler koyan, hayallerinin peşinden koşan, çok çalışan, çok çabalayan, cesaret eden, yılmayan, aşkla öğrenen, heyecanla paylaşan biriyim.

Özelde doğduğum yerin, genelde ülkemin niteliklerini anlamaya çalışan, yöresel değerlerini önemseyen ve önceleyen, yeri geldiğinde kullanabilen, doğduğu toprakların hikâyesini unutmayan, yerel örneklerle bağ kurabilen, bunu yazılarına, konuşmalarına, kitaplarına taşıyan biriyim.

Ülkemizde kadın olmanın, ödünsüz olmanın bile başlı başına bir meydan okuma olduğunu, birden fazla önyargıyla savaşmak zorunda kalındığını, nedensiz yargıları, örülen duvarları, çekilen setleri yıkmak için büyük çaba gerektiğini bilen biriyim…(kendi mahallemizde ve hemcinslerimizle bile)

Aldırttıkları sinirleriyle yaşam geçidinde yüksek perdeden atanların her daim sınırları zorlayan çıkışlarını unutmadığım gibi; hırpalanarak, çabalayarak bir yerlere gelenlerin emeğini ve çilesini de unutamadım…

Kural tanımazlık, vurdumduymazlık, halkı önemsememe, empatiden yoksun olma gibi, yanlı, yanlış ve taraflı uygulamalar gibi başarılara (!) imza atanların neden olduğu siyasi irtifa kaybını unutmadığım gibi; kamuoyunun yükselen ve düşmeyen ateşi gibi nedenlerden ötürü yeni bir yol haritası belirleyenlerin geçmişte söylediklerini de unutamadım…

İlham veren yazarların, direnç ve umudu nasıl oya gibi ince ince işlediklerini, her yanıyla örselenen insanların gerçekliğine nasıl ayna tuttuklarını unutmadığım gibi; Karanlık tünellere dalıp, dibe vurduğunda kendini daha iyi tanıyıp test eden, iç sesinin her zaman doğruyu söylediğine inananların verdiği mücadeleyi de unutamadım…

Yazmaktan elimizin, okumaktan gözümüzün, konuşmaktan dilimizin yorulduğu konularda en ufak bir ilerleme kaydedilmemesini görüp, güncel sorunlardan yola çıkarak şimdi eskilere uzanma zamanıdır!

Hüseyin Cahit Yalçın’ın; “Böyle bir mahkemede, hâkim olmaktansa, mahkûm olmayı tercih ederim.” Sözündeki evrensel vurguyu unutamadım…

Maliye Nazırı Cavid Bey’in; “Dilerim ulu Tanrı’dan kendinizi son derece mesut hissettiğiniz anda, benim hakkımda verdiğiniz hüküm aklınıza gelmez.” Sözündeki geçerliliği ve gerçekliği unutamadım…

Samet Ağaoğlu’nun; “Sokrat’ı idama mahkûm eden savcı öldü, ama Sokrat yaşıyor.” Şeklinde ifade ettiği ve Yassıada savunmasında söylediği bu sözün derin anlamını unutamadım…

7 yıldır iş arayan Serhan Korayçiftçi’nin; “Çaldığım hiçbir kapı, ne yazık ki açılmadı. İşsiz olmak demek aynı zamanda plan yapamamak, yarını görememek, hatta en kötüsü hayal kurmamak demektir. Hayal bile kuramıyorum.” Derken kendi kuşağının yaşadıklarını özetleyen arşiv değerindeki bu sözlerini unutamadım…

ABD’de yüksek lisans yapan ve adını vermek istemeyen 26 yaşındaki gencin; “Yaklaşık 3 yıldır ABD’deyim. Ülkemi özlüyorum ama işsiz kalıp aileme yük olmaktan korktuğum için dönemiyorum. Çalışıyorum ama mutsuzum. Son üç senede babamı ve kardeşlerimi bir kez, annemi ise iki kez gördüm! Kız kardeşimle didişmeyeli iki sene oluyor, babamla oturup bir maç seyretmeyeli de o kadar! Ben yokken ölen sevdiklerim oldu, ne son görevimi yapabildim ne bir dua, ne de mezarlarına bir çiçek bırakabildim. Evlilikleri, doğum günlerini de kaçırdım. Dün gece Türkiye’den gelen bir arkadaşımın yaptığı biber dolmasını yerken ağladım. O dolmada yaşadığım birkaç dakikalık Türkiye içindi akan gözyaşlarım.” İnsanı derin bir bıçak yarası gibi etkileyen bu sözleri unutamadım…

Trabzonlu Mehmet Beyin; “Bizim büyüdüğümüz 1950’li yıllarda, otel ve restoranların öğle yemeklerinde piyano ve keman sesleri duyulurdu. Eşimin anne ve babası keman, benim annem keman, babam ut çalardı. Bahçeden bahçeye atışmalar yapar, biri rast çalarken, diğeri ona nihaventle cevap verirdi. Evimizin karşısında İtalyan kilisesi vardı. Her Ramazan’da kilisede görevli papazlar bize iftara gelirdi.” Artık tarihe karışan bu hoşgörü ikliminin ne anlama geldiğini unutamadım…

Darüşşafakalı Beren Kayalı’nın; “Boğaziçi makine mühendisliğini onur derecesiyle bitirip yılın en iyi genç yenilikçisi seçilip 700 bin sterlinlik ödülü kazandım. Başarımı 9 yaşından 19 yaşında kadar okuduğum okuluma borçluyum!” şeklindeki başarısının adresine vurgu yapan vefa dolu sözlerini unutamadım…

Darüşşafakalı Murat Menteşe’nin; “Adana’dan 9 yıl önce geldim, lisede yapay zekâ eğitimi aldım KOÇ Üniversitesi bilgisayar mühendisliği bölümünde okuyorum. İlk maaşımı Darüşşafaka’ya bağışlayacağım günü heyecanla bekliyorum.” Şeklinde özetlediği değerbilirlik kokan sözlerini unutamadım…

MSM Tiyatro Deneme Sınıfının 24 Kasım’da masama koydukları çiçeğin üstünde bulduğum; “Bir çift mavi gözün ışığını kendi bilgilerinizle harmanlayıp bize yansıttığınız için, neşenizi, sevginizi bizden esirgemeyip bizlere anne şefkatiyle yaklaştığınız için minnettarız.” Şeklinde özetledikleri ve ayağımı yerden kesen notta yazılanları unutamadım…

Neyse kişisel arşive dalarsam liste çok uzar! Özetle demem o ki; Zeki, çevik, gözü kara, inandığı doğruları olan, inandıkları uğruna başını sonunu düşünmeden mücadele eden, bireysel yürekliliğine çok şey borçlu olduklarımın cesaret aşılayan sözlerini unutamadım. Parası, işi, evi olmasa da hayalleri olan, geçmişi olmasa da geleceği kurma hedefleri olan, yaşadıklarıyla mücadele ederken, ekmeğini ve emeğini bölüşen cömert ruhlu insanları hiç unutmadım…