Aydın Engin yok artık…
Adının hakkını hakkıyla veren Aydın Engin, akıcı kalemlerin, esprili dilin, su gibi okunan yazıların giderek azaldığı ülkemizde zamansız ve erken bir ölümün...
Adının hakkını hakkıyla veren Aydın Engin, akıcı kalemlerin, esprili dilin, su gibi okunan yazıların giderek azaldığı ülkemizde zamansız ve erken bir ölümün adıdır.
Tırmık adlı köşesinde en ciddi konuları yazarken bile okuru düşündürerek gülümseten, siyasi mülteci olarak yaşamını sürdürmek zorunda kaldığı Almanya’da geçim uğruna taksi şoförlüğü yapan, anılarını topladığı; “Ben Frankfurt’ta Şoförken!” adlı kitabında okurlarını hem siyasal göçmenliğin çilesinde, hem de Frankfurt sokaklarında gezdiren bu özgün kalemin gidişi haksız bir vedanın adıdır.
Başarılı tiyatroculuk ve gazetecilik kariyerine “Terzi Sadık’ın oğlu, hızlı şoför Aydın!” sıfatını da ekleyen, hicivle yüklü gözlemlerin usta kaleminin gidişi o alanda ve dostlarının yüreğinde yaşanacak boşluğun adıdır.
Aydın Engin’le dostluğumuz çok eskilere dayanır. Çıkan her kitabıma o kendine has üslubuyla yorumlar yazan, günlük yazılarımıza ilişkin birbirimize iletiler yollayan vefa dolu bir dostluktu bizimkisi…
Ben ona “Tırmığın babası!” diye hitap ederdim, hatta kısaltarak “T.B” derdim. O da bana önceleri “Neşecik!”, sonra da benden kopya(!) çekerek “cik cik hanım” derdi. Bu hitap şekli iltifat mıydı, intikam mıydı bilmiyorum. Bildiğim o ki beni çok ağlatan yazılarından birinde ona yolladığım kutlama iletisinde şöyle yazmış, daha doğrusu beddua etmiştim; “Eyyyy Tırmığın babası! Böyle bir yazı yazdığın için, bu yazınla evdeki kâğıt peçete stoklarını bitirtecek kadar beni ağlattığın için kalemini kırmaya, kâğıtlarını yırtmaya, bilgisayarına virüs doldurmaya geliyorum bilesin!”
2016 yılında çıkan “Gitme Dönmezsin Dedi Annem” adlı kitabım için yazdığı yorumda şöyle demişti; “Bu yazı ne bir kitap eleştirisi, ne bir kitap güzellemesi. Bir kitap tanıtım yazısı. Çünkü bu kitap sabırlı, inatçı ve yoğun bir emeğin ürünü, az buz iş değil. Annesi gitme demiş, o gitmiş! Kırk kadınla buluşmuş, kimiyle söyleşmiş, kimiyle dertleşmiş, kimini anlatmış, kimine anlattırmış, ortaya da alkışlanası bir kitap çıkmış. Bu kitabı edinin. Neşe Doster elinizden tutsun, siz dört anakarada dolaştırsın, dört anakarada kırk kadınla tanıştırsın. Bazen kederlenin, bazen gülümseyin, bazen ilginç bir kitap okumanın tadını çıkarın.”
Aydın Engin’in bu içten, kendine has anlatım gücüyle yazdıkları karşısında; “Eyy Tırmığın Babası! Mürekkebin bitmesin, kâğıdın tükenmesin, kalemin susmasın, bilgisayarına virüs dolmasın!” diyerek hemen geri adım atmıştım.
Unutamadıklarıma gelince!
Şimdi gerilere gitmenin, 1999- 2002- 2008 yıllarında çıkan üç kitabımın arşiv çalışmaları için Cumhuriyet Gazetesi’nde 6 ay aralıksız çalıştığım günlere dönmenin zamanıdır.
Beni her görüşünde eliyle huni işareti yaparak kızdırmaya çalışan, “pösteki sayman ne zaman bitecek, kitap bitince toz alerjisi testi yaptır!” diye uyaran Aydın Engin’in sıcak ve esprili sözlerini, çıkan her kitabıma yazdığı güzel yorumları unutmayacağım…
Tiyatrocu, senarist, yazar, gazeteci, taksi şoförü, sendikacı gibi farklı şapkaları olan Aydın Engin’in; Yerel, ulusal evrensel sorunları, en ciddi konuları bile incelikli, ironik, keyifli diliyle, su gibi akan Türkçesiyle anlatım biçimini unutmayacağım…
Genel yayın yönetmeni, yazı işleri müdürü, köşe yazarı olarak mizah süzgecinden geçirerek yazdığı bilgi dolu yazılarını, yazıp, yönettiği oyunların tadını, kitaplarındaki ince dokundurmaları, gerçeklerle yüzleştirirken bile yakaladığı noktaları gülümseterek yansıtışını unutmayacağım…
Bir dil sihirbazı saydığım Aydın Engin’in birlikte katıldığımız “Kitap Fuarlarına” giderken vapurda, vardıktan sonra masada yazmaya kalksam tüm sayfaları dolduracak kültür birikimini, yaşamdan beslenen, dünya görüşüyle harmanladığı anılarını anlatım biçimini unutmayacağım…
Bazen efe gibi, bazen yörük gibi, bazen tiyatro yıllarından gelen birikimiyle bir sanatçı edasıyla konuşan kendi deyimiyle; “Ben kıdemli bir basın sanığıyım.” diyen, Egeli mizah ustasını, dünyalı kalemi unutmayacağım…
Gülriz Sururi- Engin Cezzar topluluğuna dramaturg olarak girmesiyle başlayan tiyatro yolculuğuna küçük roller alarak devam eden, daha sonra Tuncel Kurtiz, Mustafa Alabora, Tuncer Necmioğlu, Umur Bugay, Müjdat Gezen’le birlikte kurdukları “Halk Oyuncuları” döneminde kaleme aldığı oyunlarıyla taçlandıran Aydın Engin’in kapalı gişe oynanan oyunlarını unutmayacağım…
Daha öğreneceğim ve öğreteceği çok şey varken çekip giden Aydın Engin’e yazı hayatına adanmış hayatını erken noktaladığı için sitem ederek, yazacak çok yazısı, moral aşılayacak çok sözü, nadasa bırakılmayacak kadar üretken bir kalemini erken susturduğu için gücenerek! Bazen çekiştiğim, bazen didiştiğim koca yüreğini, dost bakışlarını, gülen gözlerini, yüreklendiren sözlerini, göz doldurup, ses titrettiği için kesip sakladığım yazılarını ve kitaplarımdaki parmak izlerini unutmayacağım…
Özetle! Dostluk bir bakıma sınav salonu, er meydanıdır sınanır. Kalibresi ve kalitesi; dar günde, iyi günde, kötü günde, acıda belli olur. Ne diyor Nazım Hikmet; “O gider, bu gider, şu gider. Dostluk! Sen yanı başımızda kalırsın!”
Demem o ki! Muhalif, yazar, aydın, eş, baba, evlat, dost, yol arkadaşı Aydın Engin’i engin bir gönül borcuyla selamlıyorum. Oya Baydar ve Ekim Engin’e sabır, Yeni Ortam’dan Politika’ya, Cumhuriyet’ten Birgün’e, Agos’tan T24’e, İlke Dergisi’nden TSİP’e kadar emek verdiği her yerdeki dostlarına, kendimi de katarak okurlarına, tüm sevenlerine, yol ve dava arkadaşlarına baş sağlığı diliyorum.
Işıklar içinde yat Tırmığın Babası…