Zehir! (Aklımda ve damağımda kalanlar!)
Sizin hiç 70 dakika boyunca! Sınırları zorlayan müthiş bir sabırla, insanın yüreğini avucunun içine alan, onu içtenliğin ve doğallığın doruklarında dolaştıran...
Sizin hiç 70 dakika boyunca! Sınırları zorlayan müthiş bir sabırla, insanın yüreğini avucunun içine alan, onu içtenliğin ve doğallığın doruklarında dolaştıran oyuncuları izlerken nefesinizi tuttuğunuz oldu mu?
Sizin hiç 70 dakika boyunca! Müthiş bir emek, usta işi bir yorumla, yer yer yabancılaşma, yer yer düşmanlık, bazen sorgulama, bazen hesaplaşma, bazen de pişmanlık içeren bir oyunu sahne ve dekor değişmeden sadece ikilinin üstün performansıyla seyirciye geçişine tanıklık ettiğiniz oldu mu?
Sizin hiç 70 dakika boyunca! Gizemli, isyankâr, karanlık ve dramatik geçmişi olan bir çiftin, ucu görünmeyen bir tünelde sürüklenirken izleyiciyi alıp bir yerlere götüren ve düşündüren bir oyuna kitlenip kaldığınız oldu mu?
Sizin hiç 70 dakika boyunca! Hollandalı Yazar Lot Vekemans’tan Şaban Ol’un çevirdiği ve yönettiği tek perdelik “Zehir” adlı oyunu Sevinç Erbulak ve Ahmet Saraçoğlu ikilisinden izlerken ‘keşke bitmese!’ diye içinizden geçirdiğiniz oldu mu?
Benim oldu. “Zehir” adını taşıyan bu özgün oyunu izlerken oldu. Kâh acı acı gülümseten, kâh burnunuzun direğini sızlatan diyaloglarıyla kurmaca değil yaşanmışlık kokan bu yapıtı izlerken oldu…
Beni zor terk edecek gözlemlerime gelince! Ne mi gördüm?
İzleyecek olanların tadını kaçırmamak adına daha fazla ipucu vermemeye çalışarak! Sevinç Erbulak ve Ahmet Saraçoğlu ile MSM’de birlikte çalışmamızdan bağımsız olarak! Hüzünle sevinci, mutlulukla acıyı, farklılıklarla benzerlikleri, çelişkilerle tutarlıkları, başlangıçla bitişi buluşturan ve oya gibi işleyen bu ilginç oyuna ait birkaç satır başı açmak istersem, şunları söyleyebilirim…
Oyunu izlerken! Geçmişte yaşadıkları kazada yitirdikleri evlatlarının kaybının ardından ayrılan çiftin yıllar sonra çocuklarının mezarı civarında buluşmalarının yarattığı ruh halini, bu buluşmaya sinen hesaplaşmalarını, sitemlerini, serzenişlerini, farklı bakış açılarını ve hiç unutamadıkları anılarını gördüm.
Oyunu izlerken! Önce çocuklarını, sonra kendilerini, sonra da birbirlerini kaybeden çiftin kapanmayan hesaplarını, nefret, korku, intikam, merhamet, öfke gibi bıçak sırtı duygularını, sorunlarına çözüm arayışlarını, yaşam mücadelelerini, yeni tercihleriyle, geçmişle ve birbiriyle yüzleşmelerini en çok da unutamadıkları evlat acısını nasıl içten yaşayıp yansıttıklarını gördüm.
Oyunu izlerken! İnsanı sarıp sarmalayan, yüreğine dokunan, empati yaptırtan oyunda, “işte budur” dedirten duygu yoğunluklarına dalıp giderken, içinde fırtınalar kopan, ilişkilerini sorgulayan çiftin evlat acısıyla yanıp kavrulurken aşkın büyüsüne de kayıtsız kalamadıklarını, konunun ve geçişlerin çok yetkin şekilde harmanlandığını gördüm.
Oyunu izlerken! İzleyiciyi baştan sona akıntısına alan, ona bir yol açan ve onu bir yolculuğa çıkaran, ilgiyi sürekli canlı, gerilimi hep diri tutan, şaşırtıcı, akıcı, sarsıcı ve çarpıcı olan diyaloglarda; “sen beni anlamıyorsun, ben seni anlamıyorum!” diyerek nefes tüketenleri sonunu beklemeden içimden de olsa alkışladığımı gördüm.
Oyunu izlerken! Bizlere ayna tutan, çok yakınımızda olan olayları ve olayların kahramanlarını anlatan, içimizden birilerinin acılarını yansıtan oyunda “iyi yazar, iyi çevirmen, usta oyuncu” üçlüsü bir araya gelince soluksuz kaldığımı ve kalanları gördüm.
Oyunu izlerken! Yaşanan evlat acısının ardından genelde ailelerin, özelde ayrı ayrı tepkiler koyan ana ve babaların yaşadıkları acıları, metaforik göndermelerle ete kemiğe nasıl büründürdüğünü, takıntılı, tutkulu, acılı annenin yaşamla yüzleşmesini, ailevi, ruhsal çalkantılarını nasıl başarıyla yansıttığını gördüm.
Oyunu izlerken! Acısını çok yoğun yaşayan babanın önemli dönemeçlerin altını çizişindeki doğallığı, geçmişe dönük üstü örtülü olaylarla hesaplaşmasını, onları gün yüzüne çıkarmak için gösterdiği çabayı, hele de göğsünü yumrukladığı sahnedeki samimiyeti ve sahiciliği gördüm.
Bilgi notu: Oyun dönüşümlü olarak Sevinç Erbulak- Ahmet Saraçoğlu, Aslıhan Kandemir- Eraslan Sağlam tarafından sahneleniyor. Harika bir sanat merkezine dönüştürülen Gazhane Meydan Sahnede ortada bir platform var. Seyirci dört tarafa oturabiliyor. Oyun bu sezonluk bitmiş ama gelecek sezon yine seyirciyle buluşacak.
Zorunlu açıklama! Tiyatro eleştirmeni değilim. Nitelikle niceliğin buluştuğu bu eseri eleştiri görevini işin erbabına bırakarak boyumu ve boyutlarımı aşmadan aldığım tadı paylaşmak adına “yiğidin hakkını yiğide, Sezar’ın hakkını Sezar’a” vermek istedim. Onları izlemek ve alkışlamakla yetinmeyip, kalemimle selamlamak, sesli sedalı kutlamak istedim.
Önemli not: Metalaşmış ilişkilerin, bozulan değerlerin, yaşanan değişimin yoğunluğu karşısında insanın duygusal sığınağının genelde sanat, özelde kitap, oyun, konser, sergi, müze olduğuna bir kez daha inandım.
Öneri notu: Duygu geçişleri mükemmel ve temposu hiç düşmeyen oyun aslında yeni değil. Konusu bu coğrafyanın iyi bildiği bir dram! Ancak konuşmalar, konferanslar, sınavlar derken ben gözden kaçırmışım ve geç kalmışım izlemek için. Sonsuz bir tat alarak, keşke sizlerde orada olsaydınız diyerek, eklemesem yazım eksik kalacak diye düşünerek; Şunu açıkça söylemeliyim! Yazımı bitirmeden önce bir çift sözüm daha doğrusu bir önerim ve bir mesajım daha var.
İlki şu! Birikime, sanata, yaratıcılığa, ustalığa, yeteneğe dayanan ve bana göre; “Hastalıkta ve sağlıkta” diye başlayan evlilik yeminini de de sorgulayan “Zehir” adı oyunu kaçırmayın, izleyin derim. Hem sahne, hem oyunculuk sizi çok etkileyecek eminim. Sonrası mı? Alkışlar, alkışlar, alkışlar.
İkincisi MSM’deki öğrencilerimize! “Geleceğin sanatçıları! Gönlünüzü ferah tutun! Tiyatromuzun taşıyıcı kolonlarından saydığım Sevinç Erbulak ve Ahmet Saraçoğlu gibi usta oyuncularımız ve hocalarınız var.” (Bu arada Ahmet hocamın Fransızca bildiğini bilmiyordum.)