Umudun adını koymak…
Bazı açıklamalar öyle canlı ki kafamda sözü de yazıyı da uzatmayacağım Yazının sonunu bekleyin diyeceğim ama artık o sabır da kalmadı. İyisi mi doğrudan konuya girip sözün özüne dalayım. Fırtına gibi esenlerin yoğun olduğu günümüzde naçizane yol haritam şimdilik ve bugünlük budur!
Atanamayan öğretmenlerin dramı, daha çok çalışıp daha az kazanan emekçimiz, porsiyonu küçültüp öğün atlayan halkımız, yandaş vakıflara ve candaş müteahhitlere akıtılan milyarlar, bitmeyen doğa talanı, politik figürlerin bitip tükenmeyen vaatleri, yandaşlığın, cemaatlara yakınlığın ve parti üyeliğinin açtığı kapılar, torpilden yakınan gençler, temel gıdaya ulaşamayan yurttaş, “kamu güvenliği ve huzurun korunması” gerekçesiyle müzik festivallerini yasaklayan gerici zihniyet…
Ey karar vericiler! Kadınlar öldürülüyor duyan var mı? Diplomalı ve doktoralı işsizler ordusu gözleri her daim ışıldayan bakanın gözlerine gölge düşürür mü?
Ey talimat vericiler! Her 5 gençten birinin işsiz oluşu, işsizlik oranının gençlerde yüzde 20.4, kadınlarda yüzde 28 oluşu bu ülkeyi yönetenleri, yani sizleri ilgilendirir mi?
Ey karar alıcılar! Başlıkta dedim yineliyorum. Umudun adını koymak, somut adımlar atmak yerine genel ilgisizlik, önce siyaset, önce ben mantığı devam edecek mi?
Ey yetkililer! Yani duygu ve düşüncelerini dile getirirken aklına geleni sakınmadan, tartmadan, çekinmeden söyleyenler! Olumsuzlukta, kalıpları kırmada fark yaratan, yol haritasını buna göre çizen ve belirleyenler!
Bir zamanlar; “Amaç güven veren, rahatlatan alanlar yaratmak olmalı, eşitlik ve hakkaniyet esas alınmalı!” diyen siz değil miydiniz?
Bugün! Toplumun ve özellikle de gençlerin güvene, kucaklanmaya, parmak sallanmadan konuşulmasına çok ihtiyacı olduğunun farkında değil misiniz?
Atatürk cumhuriyetinin hamurunda liyakat vardır, ben yoktur biz vardır…
Etkili iletişim dersleri veren biri olarak yazımın bu bölümünü CHP Genel Başkanı Sn. Kemal Kılıçdaroğlu’ndan konuşmalarından alıntılara ayırdım. Yılların bürokratı ve genel başkanı olarak kendileri çok iyi bilirler ki; Atatürk Cumhuriyeti'nin hamurunda liyakat esastı, ben yok biz vardı. Bu demektir ki; O’nun kurduğu partinin genel başkanı da bu yolu seçmeli. “O paraların tümünü alıp millete vereceğim! Malı götürenlerin ceplerini dikeceğim. Onları davulla zurnayla göndereceğim. İyi iş, iyi okullar olacak kararlıyım. Size söz veriyorum buraya suyu getireceğim.” (Tek başına mı getirecek suyu?)
Oysa sayın genel başkanın arkasında bir ekip var. Yol ve dava arkadaşları, beyin takımı, danışmanları var. Üstelik takım ruhu ben değil, birinci tekil şahısla konuşmayı değil biz demeyi gerektirir. Çoğul dil kullanmayı, emeğe ve yola çıkılan dava arkadaşlarına saygıyı gerektirir. Hele de göze parmak sokan, “ben ben!” diye sabahtan akşama kadar konuşup duran, kulağı da ruhu da yoranlar bu kadar çokken, baş döndürücü şöhret ve yükseliş kişilere bazen taşınamayacak kadar ağır gelebilirken, hazmetmek zorken dile ve hitabete özellikle özen göstermek gerekir.
Ufak bir not: Hele de fikri savrulma bu kadar yoğunken! Kinden ve kibirden beslenenler, yalan, yanlış yanlı açıklamalarıyla ekonomik ve sosyal dinamikleri sarsanlar, yapıcı, yaratıcı, uygulayıcı, üretici kesimleri yok sayanlar, samanı soğanı ithal eden bir ülke yaratanlar, kifayetsiz, liyakatsiz atamalarıyla övünenler bu kadar çokken!
Önemli birkaç not: Değişen değerler, yok olan doğa, robotlaşarak yalnızlaşan insanlar, dünyayı ateş topuna dönüştüren savaşlar, ekmek peşinde koşan milyonlar, toplumsal ve bireysel sıkışmışlıklar, sarsılışlar, arayışlar, giderek artan baskı ve zulüm ülkemize ve dünyaya egemenken! Ayrıca bunca karanlığın ortasındaki bilim ışıklarına, cezasızlıktan cesaret alanlara yönetim kulağını tıkamış, gözünü kapamışken! Toplumsal yasaklar kişisel sorunlarla iç içe geçmişken! Güzelliklere, sanata, nefes almaya geçit yokken! Çağdaşlığa, insan haklarına, eşitliğe, ustalara, toplumun yüz aklarına yer yokken…
Unutulmaması gereken son bir not: Konuşma, tonlama, dil, üslup, hitabet o kadar önemli ki...