Tercih, teveccüh, rol, risk…
Son yazımda bu konuyu sürdüreceğimi söylemiştim çünkü yazılacaklar bitmedi, daha doğrusu bitmiyor. Asıl dağ gibi sorunlar dururken, ülkemizde metre kareye...
Son yazımda bu konuyu sürdüreceğimi söylemiştim çünkü yazılacaklar bitmedi, daha doğrusu bitmiyor. Asıl dağ gibi sorunlar dururken, ülkemizde metre kareye bunca konu, soru, sorun, olay düşerken, yeni bir konuya geçmek gereksiz ve anlamsız olacağından kaldığımız yerden devam…
Efendim! Malum sıradan insanlar hata yapınca, kandırılınca, “gafletime denk geldi” diye açıklama yapınca kendi yaşamını etkiler, kendine zarar verir. Ancak rol ve risk alırken sınır tanımayan, toplumsal rolü olan insanlar bu tür yanılmalar, aldatılmalar, gaflet uykusuna dalmalardan sonra topu taca atsalar bile tarihin akışını etkiler, toplumları da çıkmaza sürüklerler.
Büyük ortağın küçük jestleriyle, 24 saat geçmeden “caydım” demeleriyle, akşamdan sabaha görüş değiştirmelerle siyaset yapılan ülkemizde; “Bu ortaklık nedir ve daha neler göreceğiz?” Sorusu önemli bir sorudur ve yanıta muhtaçtır…
Bizzat, sözcüsüz ve kendi ağzından yola çıkarsak MEB; “117 bin öğretmen ihtiyacımız var diye açıklama yapıyor, eğitimin durumu için ise; “Önce yoğun bakımdan çıkaralım sonra nekahet dönemi başlasın” diyor. Bu arada 400 bin öğretmen atama bekliyor. Son çare ve umut olan “2023 Eğitim Vizyon Belgesi” açıklanınca dağ bir fare daha doğuruyor! MEB’de durum bu…
Bizzat, sözcüsüz ve kendi ağzından sarayda topladığı ve ayağına çağırdığı Danıştay üyelerine CB; “Biz kalkıp Danıştay’a soracaksak, oradan müsaade alacaksak, ben bu makamda durmayayım, çekeyim gideyim. Millet tokadı atması gerektiği zaman bana atıyor, size atmıyor, sizleri yuhalamıyor” diyor. Dinlerken hem şaşırıyor, hem de tokat, yuhalamak sözcüklerini yan yana getirmeye çalışıyorsunuz! Sarayda durum bu…
Adım adım değil son sürat ileri demokrasi yolculuğuna çıkarken, Cumhuriyetimizin kurucusu önce günlük yaşamdan, sonra zihinlerden silinirken, tüm çağdaş değerler hızla geride bıraktırılırken ortaya çıkan fikir ve zihin erozyonunun tahribatını kaç kuşak öder diye düşünüyorsunuz! Ülkede durum bu…
Bursa’dan Antalya’ya, Afyon’dan Antakya’ya, Sakarya’dan Konya’ya, Kayseri’den Rize’ye uzanan Atatürk Stadyumlarını Arenalaşmasına spor camiası ne diyor ya da diyor mu bilemiyorsunuz! Sporda durum bu…
Hele de eleştiriyormuş gibi yapıp teğet geçmek, yüklenir gibi yapıp hemen geri adım atmak, yanıt verme noktasına getirip ortamı gerim gerim germek, toplumun başını döndürmek için yeni konular ortaya atmak, yeni senaryolar kurgulamak, yeni siyaset biçimimizin özetiyken hiçbir şey düşünemiyorsunuz. Yönetimde durum bu…
Ancak şunu kişisel olarak sık sık düşünüyorum! Sadece kâğıt peçete yüzde 44 artmışsa, bez mendile dönsek mi? Yoksulluk sınırı 6.252 lira, açlık sınırı 1919 lira olarak açıklanmışken bu bir çare olur mu? İşçi intiharları 5 yılda yüzde 300 artmışsa, 2013 yılından bu yana 332 işçi intihar etmişse, 2017’de 3’ü hekim, 53’ü hemşire, 66’sı personel 122 sağlık çalışanı yaşamına son vermişse bunun altında yatan nedenlerin başında ekonomik sorunlar gelmiyor mu? Kültür ve Sanat Politikaları Kurulu ve Ekonomi Politikaları Kurullarının anlı, şanlı, ünlü üyeleri bu konuda ne der, ne düşünür, ne gibi projeler geliştirir acep? Umut dünyasında durum bu…
Eskiden; “İstanbul’un taşı toprağı altın” denirdi. İstanbul’da bulunan 135 gökdelenin 129’unun AKP döneminde yapıldığı açıklanınca, doğanın yerini betonun aldığını görünce, altın yerini vurguna ve ranta, daha doğrusu kazı kazana bıraktı diye düşünmeden edemiyorsunuz! İstanbul’da durum bu…
Pardon ama sadece şunu anlamak isterim! “Ben yaptım oldu, ben sattım oldu, ben aldım oldu, ben huzuruma çağırdım oldu, ben seçilmişleri görevden uzaklaştırdım oldu, ben Felsefe öğretmenini vali yaptım oldu!” Mantığıyla ülke normalleşiyorsa, saray hukuku, saraydan yönetim ve CHS ile (Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi) yönetilen ülke bunu kanıksıyor ve kabulleniyorsa bizi kıskanan batıya bir kez daha göz atma zamanıdır!
1100 odalı saraya 1108 personel alınmışsa, 37 ilçede 30 fırın kapanmışsa, adı zafer anıtı olarak açıklanan yeni hava alanının inşaatında basit önlemler alınmadığı için 38 işçi hayatını kaybetmişse, 5 kadından 4’ü evlendikten sonra işini bırakıyorsa, 30 bini aşkın kadın şiddet yüzünden sığınma evlerinde kalıyorsa, bu ekonomik krizde Kütahya belediyesi vizyon projesi adı altında kentin girişine 1.5 milyon liralık kapılar yaptırıyorsa, cumhuriyetle hesaplaşması bir türlü bitmeyen ülkede bir rektör çıkıp; “CB’na itaat farzdır” diye açıklama yapıyorsa bu BATI bizi kıskanır arkadaş!
İngiltere’de; “İntiharı Önleme Bakanlığı ve Yalnızlıktan Sorumlu Bakanlık” kurulduğunu, Batının emeklisinin ve çalışanının dünyayı gezip tozduğunu, bizim emekli ve çalışanın geçinebilmek için ek iş arayıp durduğunu, işsizliğin ortalığı kasıp kavurduğunu bilen bilir. Bilmeyenler için birkaç örnekle maaşları sütuna yatırırsak!
Almanya’da ortalama maaş TL bazında 7 bin, İtalya 8 bin, İngiltere 11 bin, İsviçre 13 bin, Fransa 8 bin, Finlandiya 11 bin, İspanya 6 bin, Japonya 8 bin, Türkiye 1350 TL. (rakamları yuvarladım, küsuratları da var, biz hariç!) Bu BATI bizi kıskanmasın ne yapsın?
Açıklama notu: “30 Ekim” başlıklı yazımda dostlarım ve arkadaşlarım beni Kars’ta sanmış! Başlıktaki Kars’ı görünce haklılar ancak, ben yüreğimin derinliklerindeki memleket hasretini ironi ve gönderme yaparak anlatmaya çalışmıştım! Sözümü seneye tutacağım! Bu arada gelen övgü dolu iletilere, göz yaşartan telefonlara, iç açan mesajlara, devam dedirten paylaşımlara, facebook’un sayemde kitlenmesine(!) söyleyecek sözüm çoktur, ya da yoktur! Ne diyim! Ağız ve gönül dolusu teşekkürler…