Biraz dertleşelim mi?
“Yine mi bu konu? Yetti be! Kadın cinayetlerinden başka sorun mu yok!” lobisinin eleştiri oklarını ve hışmını göze alarak yine aynı konuya ve aynı mekâna dönüyorum! Siz bendeki cesarete ve kararlılığa bakar mısınız?
İyi de! Son yıllarımıza damgasını vuran ve bizi toplum boyu meşgul eden; şiddet, yara bere, yumruk, tekme, tokat, bıçak, tabanca, sözlü taciz, burun kırma, efelenme, kin, öfke kusma, güncel deyimle atarlanma, “tepesine tepesine bineriz!” şeklinde açıklamalar yapma bunca yaygın ve moda iken niye yazmayalım?
Üstelik okul bahçelerinden hastane koridorlarına, eğlence mekânlarından acil servislere, evlerin içinden sokak ve caddelere uzanan geniş bir platformda yaşıyor ve yaşatıyorsak! Hele de şiddet dört bir yanda kol gezip, kol kesiyorsa niye yazılmasın?
Kadınlarımız kızlarımız öldürülüp, çocuklar yetim kalıp, aileler dağılırken, insanın aklına bir zamanlar tabelasında kadın da yazan, daha sonra aile olarak değiştirilen bakanlık var mıydı? Bunu hatırlatmak hakkımız değil mi sorusu geliyor!
Damat bakanın tüm girişimlerine, sabah akşam gözümüze sokulan kampanyalara rağmen enflasyon düşmüyorsa, alım gücü düşen yurttaş kilosu 5 lira olan koyun kulağına ve yanak etine yoğun talep gösteriyorsa, tam da burada 200 üniversiteden neden biri bile dünyanın 500 üniversitesi arasında yer alamıyor denilerek gündem değiştiriliyorsa! Yazıp çizmek gerekmez mi?
Eğitimde öğretmen ve öğrenci çığlıkları yürek yakarken, okul taksitini ödeyemeyen öğrenci anında kapı önüne konulup, derslere sokulmaz, sınava alınmazken, çok zor elde edilen fırsatlar heba olurken dertleşme babından, tüm bunlar eğitimci kökenli MEB zamanında nasıl olur diye sorulmaz mı?
Efendim! Yetkililer 117 bin öğretmene ihtiyaç var derken, ancak 20 bin öğretmenin ataması yapılacak müjdesini verirken, 400 bin öğretmen atama bekliyorken, MEB dönemin ruhu gereği, günü kurtaran, ne şiş yansın ne kebap şeklinde açıklamalarla niye yetiniyor diye sorulmaz mı?
Neden 500 üniversite arasında değilmişiz? CB konumu, hassasiyeti nedeniyle soruyor bu soruyu! Zamanın ruhuna uygun olanları seçerken, sıralamada en sonda yer alanları rektör olarak atarken akla gelmeyen bu soru, neden atananların açıklamalarından sonra şaşırtıcı oluyor, “ne ilginç” değil mi denilmez mi?
Bir başka yazı konusu olacak kadar uzun olan bu konuyu şimdilik askıya alıyor, yönetimin umurunda olmayan, ancak toplumu bayağı ilgilendiren başka bir konuya (soruna mı demeliydim?) geçiş yapıyorum!
Efendim! 500 milyon nüfuslu Avrupa Birliği’nde 866 bin mülteci varken, 82 milyonluk ülkemizde 3.5 milyon Suriyeli yaşıyor. Özellikle GAP bölgesinde her 100 kişiden 14’ü Suriye vatandaşı! Öyle ki Gaziantep ve Kilis’te mülteci sayısı yerli halktan daha çok! Üstelik Türk öğrencilere 500, Suriyeli öğrencilere 1200 lira destek bursu veriliyorken bu ne iş diye sorulmaz mı?
Bu durum yönetimin politikalarını desteklese de, onlara oy olarak dönse de beraberinde; başta işsizlik olmak üzere, can güvenliği sorunu, kayıt dışı emeği, yerli esnafın iflasını, Arapça tabelaların çokluğunu ve para karşılığı evlilikleri getiriyor diye hatırlatılmaz mı?
Bu arada dış güçler başarımızı, ahengimizi, betonla olan aşkımızı kıskanarak durmadan atak ve atar yapıyor! Ana akım medyada kenarda köşede kendine yer bulamasa da icra ve iflas dosyaları 10 yılda yüzde 150 artmış görünüyor. Bu sayının 20 milyona ulaştığı, dosyaların dolaplara, dairelere, koridorlara sığmadığı ifade ediliyor. Ülkemizde kader ve keder birliği yapanların sayısının çokluğunu görünce, teee Uganda’ya uzanıp konuyu dağıtmanın âlemi var mı diye düşünülüp, hemen vazgeçiliyor!
Başlığa dönersek ne der eskiler? “Dertli söyleyen olur” doğru söze ne denir…