Özgeçmişimdeki Atatürk…

Son adımın atıldığı 29 Ekim 1923 günü sadece 42 yaşında olan Mustafa Kemal’i ve yaptıklarını, son nefesini verdiği 10 Kasım 1938 yılında sadece 57 yaşında...

Son adımın atıldığı 29 Ekim 1923 günü sadece 42 yaşında olan Mustafa Kemal’i ve yaptıklarını, son nefesini verdiği 10 Kasım 1938 yılında sadece 57 yaşında olan Büyük Atatürk’ü ve atılımlarını, bir köşe yazısına sığdırma başarısı gösterecek kadar yetenekli biri değilim. O nedenle; Hayatımın her safhasında ve her sayfasında yer alan Atatürk’ü kendi iç dünyamdaki görüntüsüyle anlatmaya çalışacağım…

Küçüktüm, evimizin ve resmi kurumların duvarlarını süsleyen resimlerine bakar, çocuk aklımla yaptıklarını anlamaya çalışır, ama O’nu severdim.

Büyüdüm. Ailem, çevrem O’nun başardıklarını anlattıkça O’nu tanıdım - O’na saygı duydum.

Okullu oldum. Öğretmenlerim; Cumhuriyeti ve devrimleri öğrettikçe O’na hayranlık duymaya başladım.

Yaşlandım. Bir avcunda cumhuriyeti, bir avcunda Atatürk’ü tutan kuşaktan biri olarak, küçüklüğümün, çocukluğumun, okul yıllarımın Atatürk’ünün gözümde, gönlümde her gün biraz daha büyüdüğünü, yüceldiğini gördüm. O’na ve eserlerine sahip çıkmayı vazgeçilmez görevim saydım.

O nedenle adı ister dayısının çiftliğinde kargaları kovalayan Mustafa olsun!

İster Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın Başkomutanı Gazi olsun!

İster Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Kemal olsun!

İster uygar dünyanın kapılarını bize açan Atatürk olsun!

O GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK olarak, yüreğime de, beynime de, belleğime de kazınmıştır.

Söz buraya gelmişken borçlarımı ve teşekkürlerimi ödemeliyim…

İlk teşekkürüm hayata!

Bize Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi öncü bir lider gönderdiği için.

İkinci teşekkürüm ve borcum Atatürk’e!

Ülkemiz kan ve barut kokuları içinde Kurtuluş Mücadelesi verirken parmağını korkusuzca aydınlanmaya, uygarlığa, çağdaşlığa uzatan,

Bizi medeni yasayla, kadın- erkek eşitliğiyle, bilimle, üniversiteyle, operayla, tiyatroyla, orkestrayla buluşturan - tanıştıran o büyük dehaya.

Kadın-erkek eşitliğini sağlayan, kadınları ve gençleri cumhuriyetin eğitim ve kültür projelerinin temeline oturtan o büyük lidere teşekkür ediyorum.

Üçüncü teşekkürüm!

Cumhuriyet’in kürsülerinde bizleri Atatürk devrimleriyle eğiten- yetiştiren eli öpülesi Cumhuriyet öğretmenlerine teşekkür ediyorum.

Son teşekkürüm biraz kişisel ve duygusal!

Yetişmemde ve eğitimimde arkamda bir kaya gibi duran, sevinci, hüznü, direnci, umudu birlikte yaşadığım ve rahmetle- özlemle andığım gerçek bir Cumhuriyet kadını olan anneme.

Tam da burada, huzurlarınızda Atatürk’ü, yol ve dava arkadaşlarını bu salondan bir kez daha selamlıyor, cumhuriyetimizin bana kazandırdıklarına sımsıkı sarılarak onları saygıyla, minnetle, özlemle anıyorum.

Burada izninizle özel bir parantez açacağım!

İnsanların hayatına dokunan, onun yaşamını dolduran, rol model olan, onu hiç terk etmeyen, ona olan inancı ve itimadı hiç sarsılmayan ve bunu tartışmaya bile açmadığı ezeli ve ebedi yol arkadaşları vardır.

Yine insanların bellediği öğretmenler, hep öğrenci kaldığı sınıflar, bitiremediği okullar vardır. (Bitmeyen senfoni gibi! Ve yine en umutsuz olduğu anda, en ihtiyaç duyduğu anda, aradığı her şeyin yanıtını bulduğu, omzuna dokunan, yüreğine yerleşen ve yüreğini ele geçiren ve yaşamı boyunca onu hiç terk etmeyen dostlar vardır.

Kendi adıma; Geldiğim noktayı kişisel çabamdan çok, Atatürk’e ve O’nun bana verdiklerine- devrimlerine, kadına açtığı ışıklı yola borçluyum.

O nedenle; Konuştuğum kürsülerde, ders verdiğim okullarda, yönettiğim toplantılarda, ülkemi temsilen gittiğim yaban ellerde müthiş bir özgüvenle konuşmama başlar, tıkanma noktamda görünmez bir elin başımı- sırtımı okşadığını ve bana güç verdiğini hissederim. Bu Atatürk’ün görünmeyen elidir. Bu O’nun bilinen gücüdür. Ben bu güce sığınır ve o destekle o kürsülerden, o salonlardan zenginleşmiş, olarak dimdik ve onurla inerim. Bu noktayı Atatürk’ün hayatıma anlam katan büyüklüğü olarak görüp çok etkilendiğim için paylaşmak istedim…

Merkezine Cumhuriyeti, Atatürk’ü koyduğum çalışmalarımın beni götürdüğü her yerde özellikle de son yıllarda ülkemi anlattığımda; Bana bu iş nasıl oldu? Diyenlere! Cevabım tek sözcük oluyor: ATATÜRK’LE…

Özetle; Her 10 Kasım sabahı saat 9’u 5 geçe! 9 aylık bebeden 90’lık nineye- dedeye Anıtkabir’e akan milyonlara, seyir halindeki araçlara, fabrikadaki emekçiye, mutfağındaki kadına, gözyaşlarını sessizce akıtarak ayağa kalkanlara bakınca! Bu maya tutmuş, Atatürk sevgisi kökleşmiştir diyoruz…