24 Kasım’ın 37. Yılında Başöğretmenim ve Öğretmenlerime takdimimdir!

Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı olan 1981 yılında ülkemizde ilk kez kutlandığı için bugün 37 yaşında olan 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle aklıma gelenleri...

Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı olan 1981 yılında ülkemizde ilk kez kutlandığı için bugün 37 yaşında olan 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle aklıma gelenleri paylaşmak istedim…

Her bir taşında, her karış toprağında, her adımında cumhuriyetin; alınterinin, emeğinin, çabasının, iddiasının olduğu o coşku dolu yıllara döndüğümde!

Ayrı otelli, ayrı denizli, ayrı plajlı, ayrı toplantılı, ayrı dershaneli konuma nasıl gelindiğini ve getirildiğimizi düşündüğümde!

Laik, çağdaş, eşitlikçi eğitim politikalarının rafa kaldırıldığı, Cumhuriyet değerlerinin tartışıldığı, kadının kamusal alanın dışına itildiği, andımızın yasa konusu yapıldığı günümüze geldiğimde!

Eğitimin eğitim, bakanın bakan, sistemin sistem, okulların okul, öğretmenlerin cumhuriyetin öğretmeni olduğu dönemlere gittiğimde!

Cumhuriyetle doğan, cumhuriyetle büyüyen onun erdemini özümseyen, çağdaş okullarda kızlı-erkekli yan yana okuyan kuşağımızı hatırladığımda!

Küçük çocukların tacizle hayattan koparıldığını, iş kazalarında ölüp gittiğini, eğitimin dışında kalanların çokluğunu gördüğümde!

Atama bekleyen 400 bin öğretmenin umutlarının yerle bir oluşunu, atanamadığı için intihar eden 52 eğitimcinin hayallerini düşündüğümde!

AKLIMA;

1928 yılında Bursa’da öğretmenlere; “Yalnız siz öğretmenler! Ölen ve öldüren birinci orduya niçin ölüp neden öldürdüğünü anlatan ikinci bir ordunun mensuplarısınız” diye seslenen; Eğitimi, kadını, gençliği, dış politikayı gündemin başına oturtan Başöğretmen Atatürk’e, o büyük dehaya duyduğum minnet ve hasret geliyor…

İngiltere’nin Ankara Büyükelçisi Sir Percy Loraine’in Atatürk için; “Dimdik bir duruş, yiğit bir görünüş, eksiksiz bir giyiniş, keskin hatları olan bir vücut, insanın içine işleyen mavi gözler. Her bakışında, her jestinde göze çarpan bir özgüven. Sanırım o olağanüstü bir insandı” şeklindeki gerçekçi sözleri geliyor…

Yine Cumhuriyetin ilk yıllarında, Kırşehir valisine telgraf çekerek: “İlinize öğretmen gönderiyorum. Onu karşılayınız.” diyen efsane Milli Eğitim Bakanı Mustafa Necati gibi bakanlara ne kadar ihtiyacımız olduğu gerçeği geliyor…

1930’lu, 40’lı yıllarda; Felsefe kitabı yazan İçişleri Bakanı Emin Erişirgil, Sosyoloji kitabı yazan Dışişleri Bakanı Necmeddin Sadak, Mantık kitabı yazan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ve bakanlarının kitap yazdığı bir ülkede o kitaplarla aydınlanan ve aydınlatan vazife kuşağı geliyor…

Yemen türküsüyle ağlayan,

Zeybekle diz vuran,

Ata barıyla halay çeken,

Tuna dalgalarıyla vals yapan,

Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa türküsüne alkışla eşlik eden bir gönül ve duygu adamının ayak izlerinde daha sık dolaşmak geliyor…

1929 yılında açılan ve okuma yazmayı halka hızla öğreten Millet Mektepleri, 1932 yılında açılan ve evrensel ve çağdaş kültürü halkın ayağına getiren Halkevleri, 1940 yılında kurulan ve Dünya pedagoji ansiklopedilerine “Türk Buluşu Kurumlar” diye geçen ve UNESCO tarafından; “Çağdaş Kalkınma modeli” kabul edilen Köy Enstitüleri geliyor...

Kısaca 1940’ların genel eğitim modelinde, o yılların ders programlarında karşımıza çıkan ve bugün bile düzeyine erişemediğimiz müfredata baktığımızda; Kültür dersleri, teknik dersler, uygulamalı derslerin birlikte ele alındığı; ziraat, hayvancılık, balıkçılık, meyvecilik, sebzecilik, marangozluk, sıvacılık, biçki dikiş, sağlık ve ilk yardım gibi ulusal ve evrensel konu başlıkları geliyor…

Tam da burada; “Her ile üniversite, her ilçeye yüksekokul” sloganıyla okul kurmada ve kaliteyi düşürmede sınır tanımayan yönetimin içini, donanımını, kadrosunu, kalitesini düşünmeden açtığı yeni okullarla vakıf ve devlet üniversite sayısının şimdilik 206’yı bulması geliyor…

Dün 12 yaşındaki öğrenciye Fizik laboratuvarının anahtarını teslim eden zihniyetten, bugün TÜBİTAK tarafından; “Güzel söz ve dua ile bakımı yapılan bitki daha hızlı büyüdü” ifadesine ödül veren zihniyet geliyor…

Kızlı- erkekli büyüdüğümüz çocukluk ve gençlik yıllarımıza ait pencerelerin tek tek kapatıldığını görünce; Özel öğretmenlerimizin, özel kursların olmadığı yıllarda, cumhuriyet dokusunu içimize işleyen eli öpülesi Cumhuriyet öğretmenlerimizin o yokluk ve yoksulluk yıllarındaki başarısı ve özverisi geliyor…

Duruşuyla, bilgisiyle, dış görünüşüyle yüreğe dokunan; bizleri ülkemizin tarihsel, kültürel, toplumsal, sanatsal, siyasal gerçekleriyle buluşturan öğretmenlerimizi bir kez daha saygıyla anmak geliyor…

Cebine tebeşirini, sırtına kara tahtayı alıp kahve kahve dolaşarak halka okuma yazma öğreten Atatürk ve cumhuriyet öğretmenlerinin eğitimde destan yazdığı yıllara derin ahlar çekerek bakmak geliyor…

“Biz bu cumhuriyeti kanla kurduk, ama insanla büyüteceğiz. Ben bunu Gazi’den öğrendim” diyen İsmet Paşa geliyor…

1923 yılında; “Paşam! Vekil maaşlarını düzenleyeceğiz. Ne kadar verelim?” diyenlere; “Öğretmen maaşlarını geçmesin!” diyen Paşanın net, kısa ve ibret verici yanıtı geliyor…

“Baylar! Açıklamak istiyorum ki; ilk esin kaynağı ana baba kucağından sonra, okuldaki öğretmenin dilinden, vicdanından, eğitiminden alınır” diyen Atatürk geliyor…

Mutsuz, umutsuz, isteksiz, yorgun eğitim ordusunun sorunları, okulların öğretmensiz, öğretmenlerin okulsuz, atanamayan öğretmenlerin işsiz ve okulsuz ne çok yerin olduğu geliyor…

Eğitim sisteminde yanlı ve yanlış uygulamalar sürdükçe, akıllı ve akılcı politikalar rafa kaldırıldıkça, günü kurtaran tabanı gözeten sistemi yerle bir eden yenilikler(!) getirildikçe, alınacak yolun uzunluğu geliyor...

Çocukluk, ergenlik gençlik, olgunluk çağlarına damgasını vuran ve yaşamın her evresinde eğitimci kimliğini unutmayan; “Benim için okul 6 saat değil, 24 saattir” diyen idealist öğretmenler geliyor…

Okulları açık olmadığı halde her gün önlüklerini giyip, çantalarını alarak okullarına giden, “Belki bizi görünce okulumuz açılır” diyen Siverekli çocuklar geliyor…

İsveç’te görüştüğüm iş insanının; “Çocuk yuvaları bilgisayarla donatıldı. Devlet, kazancımızın yüzde 62’sini vergi olarak alıyor. Ama eğitim olarak geri veriyor” şeklindeki sözlerine gözlerimi açarak bakışım geliyor…

“Almanya’da okula giden her çocuğun sırt çantasında bir bilgisayarın olduğunu” anlatan öğretmenin yüzüne hayretle bakışım geliyor…

Bazen dayanılacak dağ, zaman zaman yaslanılacak omuz, her zaman çözüm üretecek bilgi küpü öğretmenlerimizin maaşlarına bakınca; AB ülkelerinde öğretmen maaşlarının 2 ile 4 bin dolar arasında değiştiği gerçeği geliyor...

16 yıldır yazboz tahtasına çevrilen ve 16 yılda 6 bakan değişen eğitim sistemine bakınca! Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı olan PİSA’nın açıklamasına göre 65 ülke arasında ilk 40’a bile giremeyen, Matematik, Fen bilgisi ve Okuma becerilerinde son sıralarda yer alabilen okullarımız geliyor…

Fatih projesi adı altında! Akıllı tahta ve tablet bilgisayarları dağıtmakla övünenlerin, “bundan böyle okullara saz dağıtacağız!” sözlerini duyunca; geleceği karartılan eğitimli genç işsizler ordusu geliyor…

Öğretmenlerin yüzde 70’inin ek iş yaptığı, yüzde 71’inin kirada oturduğu, yüzde 75’inin meslek hastalıklarına yakalandığı eğitim gerçeğimiz geliyor…

Daha çok; Bir kentin sadece betonla, taşla, tuğlayla, gökdelenle AVM’yle değil bilgiyle, eğitimle, kültürle, geçmişle var olacağını anlamayanlar geliyor...

Cumhuriyetin eğitim politikalarının esası olan eğitimde fırsat eşitliğinden yararlanarak; Doğudaki yoksul bir köyden çıkan Aziz Sancar’ın Nobel Bilim Ödülünü alması, batıdaki fakir bir köyde çobanlık yapan Süleyman Demirel’in cumhurbaşkanlığı makamına çıkması geliyor…

İslam tarihi yerine Türk tarihini, Osmanlıca yerine Türkçeyi, medrese eğitimi yerine modern ve çağdaş okulları, kadı yargısı yerine laik hukuk düzenini getiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk geliyor…

Suudi Arabistan’da kral araba kullanma izni verdiği için kadınların sevincini, İran’da stadyuma ilk kez gidip maç izleyen kadınların coşkusunu, Yemen’de çöp atmak için sokağa çıkan kadının başına gelenleri görünce; bana yıllar önce verilen haklarıma sımsıkı sarılmak geliyor…

Sesimin yettiğince ve avaz avaz bağırarak; Unutmayalım ve unutturmayalım! 18 Mart Çanakkale zaferimiz, 23 Nisan Egemenliğimiz ve çocukluğumuz, 19 Mayıs şahlanışımız ve gençliğimiz, 30 Ağustos Zaferimiz, 29 Ekim vazgeçilmez Cumhuriyetimiz, 10 Kasım en büyük kaybımız demek geliyor…

En çok da! Hayatı savaş meydanlarında geçen, yatağından çok siperlerde yatan, 57 yıllık yaşamına 11 savaş, 24 madalya, 7 nişan, 13 kitap ve koskoca bir VATAN sığdıran BAŞÖĞRETMEN ATATÜRK GELİYOR…

Özetle hem içimden, hem sesli sedalı 24 Kasım Öğretmenler Günü’nü bu duygularla kutlamak geliyor…

Etiketler
Öğretmen