Bugünkü başlığı siz koyun…

Düşüne düşüne nasıl buldum bu başlığı bilemedim! Bildiğim kalemimin ucunu iyice sivrilterek, sert bir yazı olmasına özenerek yazdığım bu yazıyı beğeneceğinize olan inancım…

Bu havalı girişten sonra hemen bir parantez açalım mı? Büyük propaganda yapılarak getirilen, artık her şey çok “hızlı” çözülecek denilen yeni sistemde; enflasyonda hız rekoru, maaşlarda hızlı erime, dolarda hızlı yükseliş, faizde son yılların rekora koşan hızlı artışı, konkordato ve işsizlikte hız kesmeyen artış, iş cinayetlerindeki hız kesmeyen yükseliş, lüksün daha da artarak hızla devam etmesi, gerileyen demokrasi, yapılamayan ameliyatlar, ödenemeyen hayati ilaçlar ve yurtdışına gidenlerin sayısındaki hızlı göçe bakınca; işin HIZ bölümünün tuttuğuna hayret edeyim mi etmeyeyim mi? Bilemedim, bilemiyorum…

ABD’de kişi başına yılda 120 kilo et, Avrupa’da 80 kilo et düşerken, dünya ortalaması 75 kilo et iken, bizde 14 kilo imiş. Kıymanın gramla alındığı, kilosu 5 TL olan koyun kulağına ilginin çok arttığı bir dönemde CB; “Halkın refah seviyesi ve alım gücü arttığı için et fiyatları yükseldi” diyorsa insan sormadan edemiyor doğrusu! Bu 14 kilonun içinde kaç kişinin 14 gramlık bir bonfile, biftek, pirzola, kuşbaşı yediği de tespit edilmiş midir? Bu konuları ya abartarak, ya uzak durarak, ya kaçınarak, ya da çekinerek nereye kadar varılır? Onu da bilemiyorum…

Aramızda sadece et tüketme oranında bile bu kadar fark olan BATI nasıl oluyor da bize hala gıpta ile bakıyor! Nasıl oluyor da bizi hala kıskanıyor? Diye sorup durmalı mıyım? Onu da bilmiyorum. Bildiğim o ki canı ve cebi yanan bir yurttaş olarak batının başka işi yokmuş gibi bizi kıskanmasına hayret ediyorum…

Washington Post Gazetesi’nden sonra Fransız Le Figaro için kaleme aldığı makalede CB; Sarıkamış’ta şehit olan dedesini anarak, “AB’ye tam üyelik hedefimiz devam ediyor” vurgusunu yapmış. Yine ve yeniden AB konusuna gelmemize sevineyim mi? Bu konuda daha önce söylediklerini CB’na hatırlatan biri yok mu diye düşünüp üzüleyim mi? Yine bilemedim…

Keşke yönetim erbabı bu soruya; “Ama, fakat, lakin, öyle demek istemedim, yanlış anlaşıldı” gibi başlayan cevaplar yerine, ahkam kesmeden, net, anlaşılabilir şekilde konuşsalar, konuşabilseler. Nerdeeee! Varsa yoksa yönetime sadakatle bağlı, onun her yaptığını olumlayan, alkışlayan, içi boş, günü kurtaran yanıtlar…

Yönetim katında ve destek kıtalarında çark sürecinin ne kadar hızlı olduğu ortada! Olup biten karşısında sadakatle bağlı olanların bile pişman olduğu, sürekli kara kara düşündüğü, durmadan dizlerini dövdüğü, sık sık “aldatıldık” dediği kulaktan kulağa yayılıyor. Yine yanlış istihdamın, yanlı politikaların, hesabı kitabı yapılmayan planlamanın ülkeyi nereye götürdüğü, daha doğrusu nerelere sürüklediği ortadayken bu özgüven patlamasının nedenleri araştırılıyor mu?

Hele de bazı kadroların pusulasızlığı pek çok kez kanıtlanmışken, kararsızlığı, yolunu, yönünü, rotasını, çizgisini, ilkelerini ne kadar ortaya koyduğu ortada iken, yön ve rota çizilmeden ne olduğu, nelerin olamayacağı bu kadar netken bu; “dağları ben yarattım!” havası niye sorusuna özellikle yanıt aranıyor mu?

Doğrusu bilemedim, bilemiyorum…