8 Mart’ı kutlamak mı? Yas günü ilan etmek mi?
Hayatımıza ulusal, küresel, evrensel, bölgesel ölçekte katkı sunan kadınları, hayatındaki ilkokulu evi ve annesinin öğretileri olan, içindeki incecik mizahı, derinlerde yatan ince sızıyı dile getiren, yazdıklarını güvenli gözlere teslim ederken, güldüren, düşündüren güçlü kadınları örnek alalım
Başlık konusunda tereddüdüm var. Cezasızlık politikası kadınları yaşamdan koparmayı sürdürdükçe, failleri cesaretlendirdikçe, kadın cinayetleri dur durak bilmedikçe, tehdit ve tahdit her alanda ve her anlamda kadınların yaşamını sınırlayıp, engelledikçe kutlamak mı?
Sadece Ocak ayında 29 kadın öldürüldü, 12 de şüpheli kadın ölümü var. Şiddet kol gezip kol kestiği sürece, gazeteler haberleri sıradanlaştırdıkça, kolluk kuvvetleri, adli makamlar, yetkililer konuyu hafife aldıkça, bazıları “kim bilir kadın ne yapmıştır?” demeyi sürdürdükçe, siyaset kadını sahipsiz ve yalnız bıraktıkça kutlamak mı?
27 Şubat’ta 24 saatte 8 kadın öldürülerek rekor kırıldı ülkemizde! Ülkemizin dört bir yanında işlenen bu cinayetler kadın tarihimizin en acı, son derece acımasız ve unutulmayacak utanç sayfası olarak kayıtlara geçti, kalplere kazındı. Bugüne kadar rekor 24 saatte 6 kadın olarak kayıtlara geçmişken, bu kez 8 kadın birlikte oldukları ya da ayrıldıkları erkekler tarafından katledildi. İstanbul’dan Bursa’ya, Erzurum’dan Adıyaman’a, Denizli’den İzmir ve Sakarya’ya bıçaklanarak, kurşunlanarak, boğularak öldürüldü hemcinslerimiz. Bu koşullarda gel de yaz, konuş, kutla…
Yoksulluğun ağır bedelini ödeyen, mutfaktaki yangınla boğuşan, isyanı, öfkesi, hayalleri, görmezden gelinen, içindeki zırhı, dışındaki surları, yüzüne kapanan kapıları ne kadar zorlasa da açamayan kadınlar çoğaldıkça kutlamak mı?
Hayatın pahalı, canın ucuz, kadın yaşamının ise sudan ucuz olduğu; ayda ortalama 30 kadının öldürüldüğü, yüzlerce kadının sevdikleri(!) tarafından dövüldüğü günümüzde; ülkemizde baskın olan erkek egemen iklimin, eril siyasetin nelere yol açtığı ortada ve çok netken kutlamak mı?
“Baba nelere izin verir?”, “Anne nelere daha çok karışır?”, “Abi ne zaman karşı çıkar?”, “Abla nerede itiraz eder?”, “Eş niçin eleştirir?”, “Evlat niye kafa tutar?”, “Mahalleli niye yüzünü buruşturur?”, “Komşu neden arkadan konuşur?” gibi sorularla tutsak alınan kadınlar gündemden düşmedikçe kutlamak mı?
“Kadınla erkek arasında ne zaman eşitlik olur biliyor musunuz? Yeteneksiz kadınlar da, yüksek mevkilere geldikleri zaman!” diyen Fransa’nın ilk kadın başbakanı Edith Cresson’un bu çarpıcı sözü hayata geçmedikçe kutlamak mı?
En hoyrat haliyle özellikle kız çocuklarına dayatılan sözel, psikolojik, fiziksel şiddetle baş etmeye çalışan; dini, siyasi, toplumsal, ailevi, geleneksel adetlerle, kurallarla mücadele eden; çalışma hayatından, okuldan, kamusal alandan uzaklaşmamak için direnen kadınların çilesi bitmedikçe kutlamak mı?
Saçını süpürge ederken saçlarından sürüklenen kadınların, çocuk gelinlerin, ürkek bakışlarla kuaför koltuğuna oturup, “Saçımı çok kısa kesin. Ele gelmemesi gerek!” diyen genç kadının iç acıtan sözleri, nüfusun yarısını oluşturan, tümünü doğuran, büyüten, eğiten, koruyan, kollayan kadınların, imza atmasını bilmeyen, ama dayak atmasını iyi bilenlerin elinde çarçur olduklarını gördükçe kutlamak mı?
Şiddet gören, tecavüze uğrayan, taciz edilen, namus- töre- kıskançlık sarmalında sıkışan kadınların, erkeklerin insafına bırakıldığı, gazetelerin üçüncü sayfa haberlerine sığdırıldığı, her şeyin erkeklere ait ve onlara emanet edildiği ülkemizde, “Kadın eve! Erkek işe!” sözünün geçerli olduğu günümüzde, kaderini de, kederini de sessiz ve sitemsiz yaşayan, sonra da; bu dünyadan çekip giden, göçüp giden, kaçıp giden, kayıp giden, bıkıp giden, küsüp giden, özetle yaşamadan ve yaşlanmadan ölüp giden hemcinslerimizi düşündükçe kutlamak mı?
Aşsız evin, işsiz kocanın, hayalleri ve geleceği ellerinden alınan mutsuz ve umutsuz çocukların baskı ve şiddet olup kadını hedef aldığı bilindikçe! “Elinde çekiç olan, herkesi çivi görürmüş!” sözünü esas alarak yola çıkanların, kadınları çivi olarak görmesi sürdükçe kutlamak mı?
Saçını ağartırken sevdiklerinin yüzünü de ağartan, 15 yaşında evlenip, 35 yaşında nine olan, varlık(!) kuyruklarında yokluğun çilesini dolduran, sofrada karnı hep tok olan, yufka yürekli olduğu kadar aslan yürekli kadınları andıkça kutlamak mı?
8 Mart’ı adet yerini bulsun, laf olsun torba dolsun, ‘bakın size gün bile vermişiz’ gibi sıradan ve içi boş olarak görenler! Çevre Günü, Sigarayı Bırakma Günü, Komşuluk Günü vb gibi de algılayanlar! Oscar Wilde’ın; “Kimi silahla, kimi bir bakışla, kimi de sözle öldürür” sözünü uygulayanlar! Pompalı tüfek, traktör altında ezme, tarım ilacıyla zehirleme, intihar süsü verme, parçalayıp gömme, yakarak ortadan kaldırma, camdan- balkondan itme gibi yöntemleri de geliştirdikçe kutlamak mı?
“Cinnet geçiren koca, karısını doğradı”, “kıskançlık krizine giren adam karısını bıçakladı”, “aldatılan koca karısını boğdu”, “âşık olduğu kız kendisine hayır deyince tetiğe bastı”, “boşanmak isteyen karısının hem kardeşini, hem de anne ve babasını öldürdü”, “işsiz koca kendisinden para isteyen eşini kızgın şişle dağladı” şeklindeki başlıklarla kadın cinayetlerini son sayfalardan veren haberleri okudukça kutlamak mı?
“Erkeğe hayır demeyin, çocuk doğurun, başınızı yerden kaldırmayın, her yeri bal dök yala kıvamında silip süpürün, yüksek sesle gülmeyin, susun, dinleyin konuşmayın, itiraz etmeyin!” diyenlerin sözlerini asla unutmayalım ve not alalım.
Atasözlerimize göre; “Babanın vurduğu yerde gül bittiğini, Kızını dövmeyenin dizini dövdüğünü, Cennet’in anaların ayakları altında olduğunu!” unutmamaya çalışalım!
Hayatımıza ulusal, küresel, evrensel, bölgesel ölçekte katkı sunan kadınları, hayatındaki ilkokulu evi ve annesinin öğretileri olan, içindeki incecik mizahı, derinlerde yatan ince sızıyı dile getiren, yazdıklarını güvenli gözlere teslim ederken, güldüren, düşündüren, ağlatan güçlü kadınları örnek alalım.
Dilek notu: Büyük Atatürk’ün açtığı ışıklı yoldan yürümeye çalışarak, huzur ve güven veren bir ülke hayalimizi koruyarak, geçmişimizdeki rol modellerimizden güç alarak, kadınlara ağıt yakılmayan nice 8 Mart’lara…
Davet notu: 7 Mart Perşembe günü saat 14.00 Kriton Curi Parkı Büyük Salonda “kadınlara dair akılda kalanları” anlatacağım. Yolu düşenleri beklerim…