Bazı ipuçları verme zamanı!

E.postamı açıyorum, gazeteleri okuyorum, sokağa çıkıyorum, televizyonu izliyorum, telefona bakıyorum, dostlarımla konuşuyorum. Konu hep aynı… Ekranlarda donup...

E.postamı açıyorum, gazeteleri okuyorum, sokağa çıkıyorum, televizyonu izliyorum, telefona bakıyorum, dostlarımla konuşuyorum. Konu hep aynı…

Ekranlarda donup kalan haberlere bakıyorum, kazananın sayısı belli olmayan varsıl kesime, yitireni hep aynı adresten çıkan yoksul kesime bakıyorum. Bazı şeylere artık kargaların bile gülmediğini, aksine ağladığını düşünüyorum…

Tam da burada, ya da söz buraya gelmişken konuyla ilgisi olmasa da sık sık önüme çıkan, ders verdiğim okulda, arkadaş sohbetinde, dost buluşmalarında masaya yatırdığımız bir soruna dikkat çekmek istiyorum! Efendim yönetim uzun bir süre önce parfümden kreme tüm makyaj ürünlerinde taksitlendirmeyi kaldırdı ya! Bunun arkasında kadınlara; “Son derece pahalı olan bu ürünleri almayın, siz zaten çok güzelsiniz, tüm bunlara ihtiyacınız yok mu?” diyor. Yoksa el altından kadına makyajı mı yasaklıyor? Anlamak zor!

Önceleri kaldırıp sonraları yeniden serbest bıraktığı cep telefonlarına 12 takside yapılan bu düzenlemeyi görünce sözü şuraya getirmek istiyorum!

Her şey güllük gülistanlıkmış gibi, her sorun çözülmüş gibi, ülkenin hiçbir derdi kalmamış gibi makyaj ürünlerinden cep telefonlarına uzanan bu fiyatlandırma politikası sonucunda ne değişti? Örneğin terör bitti mi, refah arttı mı, işsizlik azaldı mı, enflasyon düştü mü, kadın cinayetleri kesildi mi, daha fazla kâr için daha fazla kan akıtılan inşaat sektöründe işçi ölümleri bıçak gibi kesildi mi? Merakım ve sorum bu!

Bir başka merakım ise…

Yönetimin bu konudaki görüşü ortada, yarattığı mucize hepimizin malumu, halkımızın kitapla imtihanında sınıfta kaldığı doğru, Afrika ülkeleriyle aynı kategoride yer aldığımız açıklandı. Okumayan, düşünmeyen, sorgulamayan bir toplum yaratmada iyi bir yol alındı ve istenen düzeyi yakalamaya az kaldı.

Yine iktidarın kültürel kodlarına hâkim olan; öfke, korku, ümitsizlik, kılıf yaratma konusundaki başarısı alkışa ve övgüye değer! Yanılmayı yürekten istesem de bu böyle! Tüketim alanı arttıkça üretim alanının azaldığı ve daraldığı ise en büyük gerçek!

Gelelim sorulara…

Uygarlıktan, hoşgörüden, mizahtan bu kadar uzak bir ülkenin geleceği aydınlık olabilir mi? Sırra kadem basan harcamalar güven bunalımı yaratmaz mı? Hayalleri tuzla buz olan gençler arayışa girmez mi? Durmadan sevince gark olan mutlu azınlık bir gün gelip sıkılmaz mı? “Paramız var ki bunca ürünü ithal ediyoruz” şeklinde açıklama yaparak aklımızla alay eden bakanlar bu açıklamadan ötürü pişmanlık duymaz mı?

Örneğin iktidarın minderinde yer alabilmek için her yolu mubah sayanlar baş tacı edilip, uçan saraylarda ağırlanırken! Okurunu gerçeklerle baş başa bırakırken pek çok şeyi göze alan köşe yazarlarının başına gelenler, sıkı bir gözlem gücüyle, sözcük seçimiyle, dil yetkinliği ile yürekleri avcuna alan çok az sayıdaki sunucunun başına getirilenler moralleri bozmaz mı?

Yine yetkin kalemleri, işlek ve kıvrak üslupları, mangal yürekleriyle içimizi ve gözümüzü açan aydınlarımız için söylenenler ve uygulananlar kamu vicdanını yaralamaz mı? Hele de durmadan, bıkıp usanmadan, üstüne basa basa, altını çize çize gözümüze sokulanlar gün gelir bıkkınlık yaratmaz mı?

Müzik yapımcısı Nino Varon; “Ben hiçbir zaman sahnede alkış dilenen sanatçıyla çalışmam. Hadi eller havaya, kocaman bir alkış böyle şey olur mu? Gerçek sanatçı alkış dilenmez” diyor. Günümüzde bu sözün hakkını verenler(!) baş tacı edilirken, içini dolduran çok az sayıdaki sanatçımıza reva görülenler, sanatçı adaylarının umutlarını kırmaz mı?

ABD’de yaşayan arkadaşım diyor ki; “Usta sanatçılarımızın başlarına gelenlere, onların oyunlarıyla büyüyen bir sanatsever olarak nasıl utandım, nasıl mahcup oldum anlatamam.”

Bu saptama üzerine aklıma; Topa tutulan, hedef gösterilen, hakarete uğrayan ustaların yaşam öykülerine yine ve yeniden bakmak geldi. Bakınca da; Alanlarındaki çalışmaların her satırına, her sahnesine verilen ciddi emeği, her fırsatta heyecanla anlattıklarını, önceleri düş ve hayal olanları nasıl gerçeğe dönüştürdüklerini, araştırmalarını, paylaşımlarını, tutkuya dönüşen ideallerini, emeklerini, çabalarını, adanmışlıklarını düşündüm sonra da başlarına gelenleri- getirilenleri anımsadım. Arkadaşım yerden göğe haklı değil miydi?

Ne diyor Atatürk’ün İçişleri Bakanı Şükrü Kaya; “Demokrasi ve Cumhuriyet ne kafa kırar ne aldatır.” Bu söz de bir şey anlatmıyorsa cümleten geçmiş olsun…

Not 1: Kara tren makinisti bir babanın kızı olan; “Politikacı ülkesini de, halkını da sevmeli. Bu vazifeyi üstlenen bir insan egolarından arınmalı, biraz yontulmalı” diyen Ayşen Gruda’yı yitirdik. Tiyatromuzun gülen yüzünü en son MSM sahnesinde “Sevgi Müzikali” adlı oyunda izledim. Gittikçe artan yalnızlığımıza rağmen unutmayacağız…

Not 2: “Gözlerin açıksa göreceksin. Kulağın sağır değilse duyacaksın. Ellerin kesik değilse uzanacaksın!” derken; hem gösteren, hem duyuran, hem de her konuya uzanan Uğur Mumcu’yu unutmadık…