Arşiv asla unutmaz!

Kendimi bildim bileli, daha doğrusu yazın yolculuğuna çıktığım günden beri arşivi önemseyen, dosyaları konularına göre etiketleyen, aradığı her notu kısa sürede bulan biriyim. O nedenle başlıktaki sözü adeta ilke edinenlerdenim.

Kendimi bildim bileli, daha doğrusu yazın yolculuğuna çıktığım günden beri arşivi önemseyen, dosyaları konularına göre etiketleyen, aradığı her notu kısa sürede bulan biriyim. O nedenle başlıktaki sözü adeta ilke edinenlerdenim.

Savaş için, vatan için, kahramanlık için, toplum için, direniş için, yaşatmak için, aşkı için, ailesi için yitip giden hayatlar için bir yazı mı yazacağım. Veya o konuları içeren bir söyleşiye mi katılacağım? Gelsin arşivdeki notlarım…

Ya da: Anılmak, aranmak, keşkeler, anlar, anılar, vahlar, endişe, kaygı, kuşku, saldırı, savunmaya ilişkin bir konuşma mı yapacağım? Gelsin beynime ve yüreğime kazınanlar…

Ne derler eskiler? “Söz uçar, yazı kalır!” Zaten hayatın zorlukları, zamların sıklığı, yönetimin dayatmalarıyla yorgun bir halkız. Zaten ülkemizi niteliksiz göçmen, sığınmacı deposu haline getiren uygulamaların baskısı altındayız. Zaten genç beyinlerimiz, nitelikli insan gücümüz, geleceğini göremediği için göç yollarına düşmüş. Biz bu koşullarda neyi, nasıl akılda tutalım?

Demem o ki; Tüm bu konu başlıkları, farklı tanışma, buluşma ve platformlarda sorulan sorular bugün yazı olarak huzurlarınızda…

Thomas Man diyor ki; “Tolere edilen şey kötülük olduğunda, hoşgörü bir suçtur.”

Şimdi bu sözü düşünelim! 5 çocuktan 1’inin çalıştığı, 10 çocuktan 3’ünün yoksul olduğu ülkemizde 1.3 milyon çocuk işçi var. Biz mi çocukları büyüteceğiz? Çocuklar mı bizi büyütecek? Bu soru yönetim katında yanıta muhtaçtır.

Kendisini İran’daki devrim muhafızı yerine koyan ve ahlak bekçiliğine soyunan okul müdürleri, mezuniyet gününde öğrencilerin giysilerini bahane ederek onları en mutlu günlerinde okula almayanlar! Başta MEB olmak üzere yetkililer! Çocuk işçiler, için, işsiz gençler için, karnını doyuramayan öğrenciler için çözüm yolları arasalar daha iyi olmaz mı? Bu sorunlar acilen çözüme muhtaçtır.

Kardeşi zayıf not aldığı için, okul basıp öğretmen yumruklayan ağabeyiler, kıyafetiniz uygun değil diye mezuniyet törenine alınmayan öğrenciler, evrensel Hipokrat yeminini değiştiren üniversiteler varken ve sayıları artarken! Bu koşullarda mı ileriye bakacağız? Yoksa tutucu zihniyet ve oto sansürün tam gaz ilerlemesini seyirle mi yetineceğiz?

Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli neleri içeriyor?

Azim, irade, yetenek, çalışma gücü, disiplin, dayanışma, akıl, özgüven, sinerji, umut yeni Maarif yasasında var mı? Ya da arayış, özgürlük, önyargı, hoşgörü, bilinç,

vicdan, nezaket, empati, pişmanlık, bağışlamak isteği gibi kavramlara yer verildi mi? Yoksa MEB milyonlarca liralık kitap bastırıp, açtığı yandaş ihalelerle dağıtımını sağlayıp, ben yaptım oldu mantığıyla mı yola devam edecek? Tüm bu sorulara cevap beklemek hakkımızdır.

Eğitim fakültelerinde okuyan 200 bine yakın öğretmen adayı, yılda 50 bin mezun veren, ancak 20 bini atanan öğretmenler, atanamayınca intiharı seçenler! Gibi çok ciddi bir tablo ortada iken; Türkiye Yüzyılı Maarif Müfredatıyla dayatılan koşulsuz, şartsız, sorgulamasız öğretmen yetiştirme gayreti nasıl bir yol ve yöntemdir? Marifetli maarif bakanlarını ve çok başarılı okul müdürlerini görünce kendileri açısından yöntem de, yol da tutmuş görünüyor.

Dünden bugüne gelinen nokta…

Yıllar önce; “Paşam vekil maaşlarında yeni bir düzenleme yapacağız, ne dersiniz?” sorusuna Büyük Atatürk; “Öğretmen maaşlarını geçmesin?” derken!

Bugün 1 milyona yakın öğretmen atama bekliyor. Veliler okul basıp öğretmeni dövüyor, öğrenci öğretmenini öldürüyor. Din bilgisi öğretmeni tarafından tehdit edilen 15 yaşındaki öğrenci, onun dersinde camdan atlayarak intihar ediyor.

Bugün borç içinde olan, temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile zorlanan eğitim ordusu! Ekonomik zorluklar içinde ek iş yapmak zorunda kalan eğitim emekçileri! Taksitlerini ödemekte zorlanan, tatil yapmak, dışarıda yemek yemek gibi en doğal ihtiyaçlarını bile karşılamayan, ay sonunu getiremeyen öğretmenler! Ek iş arıyor, pazarda ürün satıyor, geçim darlığı çekerek borç içinde yaşam mücadelesi veriyorsa! MEB düşünmek zorundadır.

Toplantılarda sohbet ettiğim öğretmenler ne dedi? Neler demedi ki! Şimdi sıkı durun…

Matematik öğretmeni; “Çözemeyeceğim problem, soru yoktur ama ay sonunu nasıl getireceğimi bi türlü çözemiyorum!”

“Yıllar sonra benden geriye ne kaldı derseniz? Sırları ve sınırları korumak için, ayakta ve hayatta kalabilmek için ne mi yaptım diye sorarsanız? Bastırılan duygular ve tutkular, istenmeyen alışkanlıklar (sigara), karmakarışık önyargılar, çalışan, üreten, ilham veren yanımı törpülemeler!” derim.

“Özel bir kurumda çalışıyorum. Kavgalar, çirkinlikler, ihanetler, yerli yersiz hesaplaşmalar, bahanesiz saldırılar, kızgınlıklar, kırgınlıklar, anlık mutluluklar, uzun süreli keder bulutları, az yaşadığım sevinçler, kayıplar, korkular, iç hesaplaşmalar bitmiyor. Bilmeye, anlamaya çalışmalar, bilinmezlikler, kısır döngüyle sınırlı olan yaşamım, yenilgiler, hayal kırıklıkları, kalp ağrıları gibi sorunların ruhumda bıraktığı izlere bakınca kendi kendime soruyorum. Değer miydi?”

“Her seferinde hayal kırıklığı yaşadım, ayağa yeniden kalkmaya çalıştım, her seferinde değer miydi diye sordum? Kolay kolay pes etmeyen, mücadeleye devam etmeyi seven, biri olmama rağmen en ön saflarda mücadele eden, dayağa, gözaltına rağmen, işe başlayınca hayatımı cennete çevireceğime inandım, günlerim cehenneme döndü ve ben arafta kaldım! Şimdi kendime soruyorum. Bunca inat, sabır, azimle okulu bitirmeme değdi mi?”

Anlatılanları duyunca; Acaba eğitim ordusuna tanımadığı şansı, açmadığı alanı, vermediği desteği başka yerlere kanalize eden MEB bu açıklamalar karşısında ne düşünür diye merak ettim.

Özetle! Olup bitene şaşırıyor muyuz? Hayır. Üzülüyor muyuz? Evet. Hal böyle iken bize ne mi düşüyor? Ya içimize atmak, ya da gereğini yapmak! Çünkü ne duyan var, ne uyan…