Bendeki birkaç satırbaşı!
"Bana necilerden, gelen ağam giden paşam diyenlerdenseniz! Sartre bu düşüncesinde haksız olur, yalnız kalır…"
Eğitimci okurlar “Daha sık eğitim konusunu yazmalısınız” derken, bazı okurlar da “Niçin durup oturup eğitimi yazıyorsunuz?” diyor. Tarafları rahatlatmak adına dilimin döndüğünce açıklamaya çalışırsam, söze şöyle başlarım! Niçin mi yazıyorum? Öncelikle pek çok kademede eğitim veren biriyim, sonrası eğitim ülkemizin gününün ve geleceğinin en önemli konularından biri, ayrıca sorun olmasa niye yazalım? Ayrıca bunca yanıtsız soru ve çözümsüz sorun varken soru sorulup, yanıt aranmaz mı? Ya da sorunları dile getirmek yazarlığa dair ve dâhil değil mi?
Ne diyor Fransız yazar ve düşünür J. P. Sartre; “Aydın üzerine vazife olmayan işlere karışan kişidir. Aydın olmak sorumluluk ister, aydın yalnızdır, onu kimse görevlendirmez!” Ülkeye ve insanlığa karşı kendinizi sorumlu hissedenlerdenseniz Sartre haklı demektir, yok eğer elinizi, yüreğinizi, hatta yaşamınızı büyük kayaların altına koymuyorsanız! Bana necilerden, gelen ağam giden paşam diyenlerdenseniz! Sartre bu düşüncesinde haksız olur, yalnız kalır…
Çünkü haklılık ısrar ve tekrarı göze alarak itici güç oluşturur…
Öğretmensiniz! Yıllarca emek vererek, çaba harcayarak, hayal kurarak okulunuzu bitirmişsiniz. Önünüzde 5 seçenek var. Sözleşmeli, ücretli, uzman, başöğretmen ya da normal öğretmen olacaksınız. Ne demekse?
Derse giriyorsunuz, kafanızda onlarca sorun, hele de ücretli öğretmenseniz, kadrolu değilsiniz demektir, alacağınız para her ay değişebilir demektir, asgari ücretin altında çalışıyorsunuz demektir, özlük hakkınız yok demektir, kadrolu öğretmen geldiği anda işinize son verilir demektir. Üstelik 12 öğretmenden birinin ücretli olduğunu hatırlarsak sayı olarak az değilsiniz demektir…
Bu arada istediğiniz kadar bagajınız, çantanız, torbanız, ajandanız, beyniniz öğretme aşkıyla dolu olsa da, tutum, beceri, yeterlilik olarak kendinizi yeterli de görseniz arkanız yoksa tüm bunlar geçersizdir.
İşin bir başka boyutu ise şu ki değinmeden ve Sn. MEB’e sormadan olmaz. Yönetim görmese de, duymasa da atanamayan öğretmen sayısı neredeyse bir milyona yaklaştı, yıllardır atamayı bekleyen, umudunu kesip bekçi, özel güvenlik, inşaat işçisi olan ya da yoksun ve yoksul bırakıldığı için yaşamsal mücadeleden vazgeçip intiharı seçenlere ne demeli?
Gelelim kanayan bir başka yaramız olan beyin göçüne…
Yurtdışına göç eden 15 bini aşkın hekimden sonra geleceğin hekimleri olan Tıp Fakültesi öğrencileri de kariyerleri için ülke dışını tercih etmeye başladı. Başta ABD olmak üzere, Almanya ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerine başvuruda bulunan doktor adayları neden olarak saygı görmeyi, hasta sayısını, hekim haklarını, çalışma saatlerini sayarak; “Büyük Atatürk’ün dediği gibi kıvılcım olarak gidip, alev olarak dönmek istiyoruz!” vurgusu yaptı. (Almanya’da 2628, İngiltere’de bine yakın doktorumuz görev yapıyor.)
Hal böyle iken sorular şu? Gençlerimiz ailelerini, sevdiklerini, ülkelerini geride bırakıp neden başka ülkelere gidiyor? Bunun pahalık, işsizlik, umutsuzluk, insanca yaşam koşulları gibi etmenlerin dışında kendilerini değersiz hissetmelerinden kaynaklanan ruhsal kırgınlık da ilgisi olamaz mı? Ülkenin en iyi okullarını bitirmek için yıllarca dirsek çürütecek, gece gündüz sınavlara hazırlanacak, iyi derecelerle bitirecek, yüksek lisans yapacak ve mülakatta eleneceksiniz. Çünkü arkanızda dayınız yok, önünüzde torpilli çok, adrese dayalı kadro ilanlarından geçilmiyor. Size tek çıkar yol kalıyor; ya kapağı dışarı atmak, ya da tarımda, sanayide, hastanede, otelde, restoranda, inşaatta zorluklara katlanarak, hayalleri unutarak ağır koşullarda çalışmak. (Bu arada Tunceli’den binlerce genç Kanada’ya göç ederken Ağrı, Kahramanmaraş, Elbistanlı gençler de sırada imiş)
Bu şu demektir: Giden gidene, kaçan kaçana! Geçen yıl doktor, mühendis, yazılımcı 126 bin genç Almanya’ya yerleşti. Bin bir emekle okutup, yaban ellere kaptırıyoruz. Gerekçelerine gelince; kötü yönetilen ekonomi, adaletsiz gelir dağılımı, hukuka güvensizlik, kötü yönetim…
Taşımalı eğitim yerini pansiyonlu eğitime bıraktı…
Van’da velilere; “Artık taşımalı eğitim yapılamayacağından öğrencilerinizin pansiyona yerleştirilmesi uygun görülmüştür” içeren bir yazı yollandı. Bunun diğer adı evde otursunlar değil midir? Amaç eğitim düzeyini kırsalda daha da düşürmek, özellikle de kız öğrencileri eve kapatmak mıdır? Bu durumda yapılacak şey ÇEDES uygulamalarıyla çocuklara kına gecesi gösterisi, mezarlık yıkatma, sınıfta ağıt yakma gibi anlamsız, garip uygulamalara devam etmek midir? Bu ekonomik çıkmazda kaç aile çocuğunu pansiyona yollayabilir?
Zaten MEB’in yeni müfredatı aydınlanma ve bilimselliğin yerine manevi değerleri önceleyip, maneviyatçılığı önemsediğine göre, kısıtlayan ve kontrol eden bir modelle, gelişimin önü kesildiğine göre çıkar yol bu olmalıdır. Ayrıca bu yöntem tarihe geçecek ve unutulmayacak bir başarıdır! Nasılsa sayelerinde gençler artık hayal kuramıyor, geleceğe umutla bakamıyor.
Öneri notu 1: Konu alabildiğine derin. Bu bakış açısıyla, anlayışla, davranışla, zihniyetle, kavram karmaşasıyla çözüm bulmak zor ama en azından tehlikenin farkına varmak ve tartışma zemini açmak kolay. Tabii istenirse!
Öneri notu 2: Eğitimin temeli araştırmaya, deneyime, üretime açık, yaratıcı ve bilimsel yolu izleyen, verileri takip eden, hümanist değerlere saygılı, ilkeli, araştıran, bulan, sorgulayan, izleyen, gözleyen, düşünen bireyleri öne çıkarmak ve değerlendirmektir. Bazı konuları dert edinmeyen ve ders çıkarmayanlara bakınca acep bakan mı değişmeli, sistem mi? Yorumsuz…