Bunları neden mi yazıyoruz? Unutmamak için olmasın…
Yakınlarını yitirmenin acısı kolay kolay unutacak mıdır? Ana- babaları evlatsız, çocukları babasız, kadınları eşsiz bırakan savaş daha ne kadar acı ve yıkıma neden olacaktır? Savaşın bu cephesi gözardı edilmemeli…
Bir yanda koltuk savaşları, diğer yanda kurultay hesapları devam ederken soralım hangi vicdan olup bitene kayıtsız kalabilir? Hangi yürek çocuk mezarlığına dönen yanı başımızda ki vahşeti kabul edebilir? Bunun, savunulur, mazeret gösterilir yanı var mı? Yok, ancak söz buraya gelmişken hatırlatalım. Manidar zamanlamasıyla yapılan miting şunu gösterdi ki; Devlet araya mesafe koydukça halk değerlerine daha çok sahip çıkıyor, ortak paydalar sine-i millette daha geniş yankı buluyor, tabana yayılıyor, alanlara sığmayanlar, Diyarbakır’ın surlarında, Kars’ın yaylalarında, Erzurum’un Dadaş barında Atatürk’le, cumhuriyetle buluşuyor. Derdimiz ne kadar büyük olursa olsun, tek dermanımız Cumhuriyet, ilacımız da Atatürk diye haykırıyor. Nokta…
Gelelim kaldığımız yerden ülke gündemine!
Açlık sınırı 20 bin TL’ye, yoksulluk sınırı 50 bin TL’ye dayanmış, 461 taşıta sahip CB’na 20 araç daha alınıyor. Yönetim doğayı delik deşik etme pahasına 224 maden projesine daha onay veriyor, yeni rant sahaları açılıyor. Devlet millet ormanı yapmak için Eskişehir Çankaya Mahallesi’nde yüzlerce ağacı kesiyor.
Türk Diş Hekimleri Birliği açıklama yapıyor; “Vatandaş dişsiz, diş hekimleri işsiz! Her türlü itirazımıza rağmen ülkemizde Diş Hekimliği Fakültesi açılması durdurulamıyor” Durum buyken Sağlık Bakanının tavrı ortada…
TÜİK; “Halen 15 yaş ve üzeri 1 milyon 501 bin kız çocuğu ve kadın okuma yazma bilmiyor!” şeklinde açıklama yapıyor.
Ülkemizde 2010’da 574 olan yatılı bölge okullarında okul sayısı 12 yılda kapatılarak 270’e düşerken, öğrenci sayısı 178 binden 30 bine gerilerken öğrencilere yollanan Erasmus paralarına el konuluyorken! MEB’in kime ve kimlere emanet edildiği ortada…
Cumhuriyetin 100. Yılında Atatürk’ün ülkeyi emanet ettiği gençlerin 3.2 milyonu ne eğitimde ne istihdamda. Çevremiz, çaresiz, umutsuz, hayalsiz, yurtdışına gitmenin yollarını arayan ve beyin göçüne zemin hazırlayan, ülkesine güvenini yitirmiş, sabırsız, öfkeli, kaygılı, gergin gençlerle dolu. Bizim siyasilerimizin gençlere, bilime onların geleceğine yüz vermediği, kafa yormadığı ortada…
Cumhuriyetimizin 100. Yılında Atatürk’ün ülkeyi emanet ettiği gençler emanet edildikleri devlet yurtlarında ya yoksulluktan boğazında iple intihar ediyor, ya bozuk asansörlerde kalarak can veriyor, ya da kalitesiz, günü geçmiş, bayat yemeklerden ötürü zehirlenip hastanelere taşınıyor veya yarı aç, yarı tok yaşam savaşı veriyor. 22 yaşındaki kızı Ceren’i yitiren acılı baba; “Kızım 22 yaşında idi, devlet 23 gün bakamadı!” diyerek acısını dile getiriyor. Zeren’in arkadaşları; “Verdiğiniz yorgan kefen oldu!” deyip gözyaşı döküyor. Buna da kader, ya da fıtrat mı deniliyor?
KYK yurtlarında verilen Değerler Eğitimi kapsamında acaba ne anlatılıyor? Örneğin bu günlerde yönetimin Somali’ye 30 milyon dolar hibe ettiği anlatılıyor mu?
Bu arada yol ve yön şaşırtanlar baş tacı yapılırken! İşinin hakkını vererek yapan, en önde olmayı değil en iyiyi yapmayı hedefleyen, evrensel bakarak bölgesel düşünen, bilgisiyle değil duruşuyla ölçülen, umut üretirken gerçekleri de tüm çıplaklığıyla göz önüne sermekten çekinmeyen, kısaca öğreten, yol gösteren, yetiştiren her kimse yok sayılıp, görmezden geliniyor.
Savaşlar, çocuklar ve kadınlar…
Savaş her zaman çocuklar ve kadınlar için felaket olmuştur. Cephede savaşan erkek nasıl bir sonla karşılaşacağını düşünür. Sağ salim dönecek midir? Savaşa giden oğullar, eşler, babalar, kardeşler dönecek midir? Döndüğü zaman nelerle karşılaşacaktır? Savaş dehşetini yaşamış biri olarak nasıl uyum sağlayacaktır? Yakınlarını yitirmenin acısı kolay kolay unutacak mıdır? Ana- babaları evlatsız, çocukları babasız, kadınları eşsiz bırakan savaş daha ne kadar acı ve yıkıma neden olacaktır? Savaşın bu cephesi gözardı edilmemeli…
Yönetimin 100. yıla yönelik sözlerine gelince!
CB diyor ki; “Cumhuriyet hiç olmadığı kadar emin ve ehil ellerdedir!”
CB yardımcısı diyor ki; “Ben bu makama Cumhuriyet sayesinde geldim!”
TBMM başkanı diyor ki; “Cumhuriyet bizleri şeref ve söz sahibi yaptı!”
DİB diyor ki; “100.yılda aziz şehitlerimizi, minnetle yâd ediyoruz. Rabbimiz o emanetlere sahip çıkabilmeyi bizlere ve nesillerimize nasip eylesin!”
Sözün özü! Aynı kadrodan farklı sesler çıkınca insan sormadan edemiyor? Bu açıklamalarda unutulan çok önemli bir şey yok mu?