Büyük depremin ilk yıldönümünde gerçeklerle yüzleşmek…
Yazı başlığımın artık hiçbir işe yaramadığı, hiçbir şey anlatmadığı ortada! Gönüllü tercihim yazılanların ve konuşulanların havada asılı kalmamasıdır ve bu yazının anlamı da amacı da bu sorulara bir kez daha yanıt aramaktır…
1939, 17 Ağustos 1999, 6 Şubat 2023! depremlerin ülkemizi yakıp yıktığı tarihleri hatırlayınca yine ağır bir hüzün çöktü yüreğime!
Afetlere alışkınız ama hazırlıksızız nedense! CB’ye göre asrın felaketinde asrın dayanışmasını, asrın birlikteliğini, asrın destanını yazmışız ama! 11 ilde, 53 bin 573 kişinin yaşamını yitirdiği, 107 bin kişinin yaralandığı, 14 milyonun etkilendiği bölgelerde yaralar hala sarılmamış, verilen sözler tutulmamış, bağışlar yerini bulmamış, göstermelik yargılamalardan sonuç alınmamış, hesap vermesi gerekenler toz olmuş…
2.5 milyon yurttaşın evsiz kaldığı, ulaşımın kısıtlı olduğu, temiz suya erişimin zor olduğu, 100 bin kişinin konteynerlerde yaşadığı 11 ilimizde başta eğitim ve sağlık enkaz altında kalmış, pek çok kurum çalışamaz hale gelmiş, en çok kadınlar ve çocuklar zorlanmış. Hesap verenin olmadığı, hesap soranın ve gözdağı verenin çok olduğu ülkemizde İçişleri bakan yardımcısı bölge halkına; “Merak etmeyin CB gibi bir dünya liderimiz var!” diyebilmiş…
Acıların dinmediği, enkazın direndiği koca bir yılın ardından ne mi değişmiş? Bölge halkının sesine, sözüne kulak verelim…
Depremzede kadın diyor ki; “Canım kurtuldu ama canlarım gitti, ben bu yapayalnız canı ne yapayım?”
Depremzede anne diyor ki; “Barınma, beslenme, ısınma, aydınlanma, temiz suya erişim, ulaşım sorunlarımız devam ediyor. Prefabrik okullarda eğitim ve öğretim, konteynerlerde çocuklarımızın ders çalışma olanakları çok kısıtlı. Hastanelerde personel az, randevu alınamıyor. Bir kez daha anladık, biz üvey evlatmışız! Öfkeliyiz ve sahipsiziz!”
Acılı baba diyor ki; “Enkazdan çıktık ama toplumsal enkazdan bi türlü çıkamıyoruz, evimiz barkımız yok, çoluk çocuğumuz gitti, kayıplarımız bulunmadı, soğukta arabada, sokakta yaşayanlar var. AFAD’ın belirlediği konuta hak sahibi sayısı 135 bin, teslim edilen ev sayısı 7 bin. Bu mu verilen yaralar sarılacak sözü? Acımız ve öfkemiz geçmiyor.”
Bölgede görevli öğretmen diyor ki; “Çaresizce ağladık, deprem birçok şeyi alıp götürdü, hayatlar yok oldu, okullar, derslikler enkaz altında kaldı. Bazıları hayat normale döndü diyor ama biz burada normale dönemiyoruz, bu kadar kayıp varken çok zor normale dönmek!”
Bu sözlerden alınacak çok ders varken birincisi hangisi olsun? Hepsi mi?
Hataylı kadın diyor ki; “O gün için hayatımın en kara günü diyebilirim. En zoru da yersizlik, yurtsuzluk, köksüzlük, mekân sorunu çözülür de geçmiş ne olacak? Hatay’da yıkılan her bin konuttan 5’i tamamlandı. Gençler işsiz, aileler yarım, konteynerler soğuk, elektrik kısıntıları yoğun, hayata tutunmaya çalışıyoruz ama çok zor.”
Ebrar sitesinde yakınlarını kaybeden baba diyor ki; “Son bir yılda ne zaman geçti, ne de yürek acımız. Hiç dinmeyecek bir acıyla baş başa kaldık. Eşimi, 4 çocuğumu, hamile gelinimi, damadımı kaybettim. Buralarda 100 kişiden 97’si hala çadırda ve konteynerde yaşıyor.”
Muş’ta depremden, Trabzon’da heyelandan kaçarak Kırıkhan’da hayatını kaybedenlerden geriye sağ kalan mühendis diyor ki; “Ya geniş anlamda fay hattından çıkacağız, ya da hepimiz enkaz altında kalacağız. Kabul edilmese de; İhmaller, hatalar, kurum, kural, kadro tanımamalar, ben yaptım oldu mantığı, beton sevdası sonumuz oldu, böyle gelmişse de böyle gitmesin. Gelecek için bunca kayıptan sonra umut, beklentim yok, kaygım, sitemim, kızgınlığım ise çok.”
Çocuklarını yıkılan kolonların altından kurtaramayan doktor baba yardım ekiplerine diyor ki; “Kollarımı kesin, onlar hiç bire işe yaramadı, çok uğraştım ama onları kurtaramadım.”
On binler omuz omuza haykırıyor: “Unutmak yok, affetmek yok, helalleşmek yok! Sesimizi duyar var mı? Çok üşüyorlar haberiniz var mı? Öfkeliyiz, sahipsiziz. ”
Sonuçta sorular sorarak şuraya geleceğim…
Bal pahalı olduğu için herhalde bizi yönetenler her konuda ağzımıza bir parmak bal çalmada çok mahirler. Keşke sorunlara suçlayarak değil anlayarak çözüm getirebilseler. Binlerce insanımız artık yok, daha fazlası yaralı, kayıplar bulunmamış, devletin yaptırdığı binalar yıkılmış, bazı ilçeler haritadan silinmiş. Adı felek mi, kader mi, kör talih mi, kara yazgı mı, asrın felaketi mi? Neyse ne de biz yine el birliği ve oy birliğiyle imar affına, yeni adıyla imar barışına, kentsel dönüşüm adı altında yaşam alanlarını talan etmeye, dere yataklarına inşaat yapılmasına devam edecek miyiz? Bulandırma, dalgalandırma, kışkırtmalara son verip bilime dönecek miyiz? Yoksa eski tas eski hamam misali yeni acıları mı bekleyeceğiz?
Yazımı bitirirken ve gözyaşlarımı silerken düşündüm, ölüp giden insanlar, gençler ve çocuklar ne yaşadı, ne kadar yaşadı ve neden öldü? Yazı başlığımın artık hiçbir işe yaramadığı, hiçbir şey anlatmadığı ortada! Gönüllü tercihim yazılanların ve konuşulanların havada asılı kalmamasıdır ve bu yazının anlamı da amacı da bu sorulara bir kez daha yanıt aramaktır…
Anılarına saygıyla…