Dile bile kolay gelmiyor…
Acep bu şaşaa, bu debdebe, bu şatafat merakı genetik mi, bulaşıcı mı? Gariplik ben de mi? Bizde mi? Onlar da mı?
İnsanların hayatına dokunmak, ben ne yapabilirim demek, neler bana yakın diye düşünmek, sizin hikâyeniz nedir, var mı diye sormak, yaşam boyu öğrenmek, öğrencilik her sabah yeniden başlıyor demek, dünyaya yön veren trendlere kafa yormak ne zor değil mi?
Yine kentleşme, gelir eşitsizliği, değişen demografik yapı, artan güvensizlik ve belirsizlik ortamı, aşırı iş yükü, artan sağlık sorunları, artan ihtiyaçlar gibi konuları düşünmek ne zor değil mi?
Aslında olacak, yapılacak, desteklenecek, oluşturulacak, kanalize edilecek, açılacak, yayılacak, artırılacak, hayati öneme sahip konularda gelecek zaman kipinin umudu bitirdiği bilinen bir şeydir. İnsan konunun derinlerine inince aklına; “perişan olduğum umurunda mı, saçımı yolduğum umurunda mı, sararıp solduğum umurunda mı?” dizelerinin gelip yapışması gibi…
Neden derseniz? Çünkü derdi, meramı, vicdanı, yükü olan insanlar sadece kendi sorunlarına değil, her şeye her konuya kafa yorarlar, beyinlerini bir takım soru işaretleriyle doldurup dururlar.
Örneğin! Ölümleriyle dağı taşı ağlatan, özlemi tarifsiz ve tanımsız olan, yası bi türlü bitmeyenler duyarlı insanların gündeminin baş sıralarından inmezler.
Mesela! Bütçe açığı, dış ticaret açığı, devletin iç borcu, devletin dış borcu, yıllık enflasyonun yüzde 100’e dayanması, ağız uçuklatan zamlar o insanların derdidir ve sorunudur. Yine sade yurttaşın bu koşullarda ev sahibi olması hayaldir ve çok önemli bir sorundur.
Misal! Kiralar alıp başını giderken ev derdine düşen kiracı, can çekişen tarımdan ötürü gına gelen çiftçi, havlu atan küçük ve orta ölçekli esnaf, batan tüccar, ne yapacağını şaşıran sanayici, sıkışıp kalan ihracatçı, artan maliyetler yüzünden çaresiz kalan inşaatçı, her şeyden vaz geçen küçük yatırımcı da önemli sorunlardır.
Faraza! Ev almak isteyen, araba sahibi olmak isteyen yurttaş, kirayı denkleştirmek, alışverişe çıkmak hayal olunca dibe vuran emekli, ne yapacağını bilemeyen asgari ücretli, nereye gideceğini bilemeyen depremzede, karınlarını nasıl doyuracağını bilemeyen öğrencilerin derdiyle dertlenmek de yine bu duyarlı insanlara düşer…
Gelelim işin kadın cephesine! Defalarca yazdım, yeri geldiğinde yazacağım…
İranlı kadınlar sokağa başı açık çıktıkları için Bilim, Araştırma Teknoloji Bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı; Örtünme kanununa riayet etmeyen öğrencilerin orta öğretim kurumları ve Üniversitelerde eğitimden yararlanamayacağını! Zorunlu başörtüsü uygulamasını reddeden kadınların pasaport ve ehliyetlerine el konulacağını açıklarsa! Sokağa başı açık çıkan kadınların saçlarına esnaf yoğurt fırlatırsa! Bu haksız karara ses çıkarmak, bu haksız uygulamaya kafa yormak, bu hesabı günü geldiğinde sormak da onların gündeminin baş sırasında yer alır...
Bu konunun altını da çizmeden geçemeyeceğim. İktidarın mahkûm, mecbur ve muhtaç olduğu yeni ortaklarından birinin parti programında; “karma eğitim olmaz, kadının önceliği evidir, geçim yükümlülüğü erkeğindir.” Yazıyor, bilenlerin hiç yadırgamadığı bu görüş için İbrahim Kalın; “Kendileriyle öteden beri gelen bir taban, gönül ve hafıza birlikteliğimiz var” buyurmuş. Kadını salt aile içinde konumlandıran, annelik kariyeriyle sınırlandıran, çalışmasını engelleyen, yoksulluğa mahkûm eden, ayrımcılığı körükleyen, kız çocukların okumasına engel koyan, şiddet, kavga, gerilim politikalarını benimseyen bu düşünceyi sabırla, inatla, azimle ve kıyasıya eleştirmek onların işidir. Ve onları çok ve yakından ilgilendirir.
Çünkü doğru söyleyeni dokuz köyden kovsalar da onlar biz buradayız derler…
Ülkemiz pahalılıkta dünya beşincisi olurken! Yoksullukta rekora koşarken! Geçen yıl kilosu 5 TL olan bir adet kuru soğanın bu yıl fiyatı 10 TL’ye koşarken! “Gel de yiğit muhtaç olmuş kuru soğana!” diyen Âşık Mahsuni’ye hak verme…
Şiddet, korku ve gerilim hesaplı, kitaplı, planlı adımlarla tırmandırılırken! Ayrıştırma, küstürme, üstünü çizme, birbirine düşman etme hız tanımazken! Göz yaşartıcı, yüzeysel açıklamalar yaparak gönül almaya kalkanlar karşısında insanın gönül telleri sızlarken! “Âmine annemizin son sözleriyle ifade edecek olursak her başlayan biter, her gelen gider.” Diyen CB’ye hak verme…
Sarsıcı söz, davranış ve açıklamaların dahası var. Dahası ve alası da var…
Örneğin yine itibardan tasarruf etmemişiz. Devletin gücünü ispat edercesine KKTC’yi ziyaret eden CB yardımcısı 36 araçlık resmi plakalı eskortlu, şatafatlı konvoyuyla KKTC’nin bozulan ekonomisine can suyu olacak “2023 iktisadi ve mali işbirliğini” imzalamak için özel uçakla Magosa’ya çıkarma (!) yaparak trafiği felç etmiş. Şaka gibi değil mi? Acep bu şaşaa, bu debdebe, bu şatafat merakı genetik mi, bulaşıcı mı? Gariplik ben de mi? Bizde mi? Onlar da mı?
Unutmayalım! Yönetimlerin dayatması varsa halkın da bariyerleri vardır…
Not: Şeker tadında bir bayram kutlamak çok zor olsa da sağlık ve esenlik dileyerek şeker bayramını kutluyorum…