Duygudan Duyguya Savrulunca Akla Gelenler...
"Bunun adı korku duvarlarını aşmak adına atılan çok anlamlı sloganlarla mesaj vermek, Saraçhane’den ülkenin tamamına yayılan yürekli ve kararlı adımlar atarak, korku duvarlarını yıkmak, ortama hakim olan karamsarlığı, endişeyi, kaygıyı dağıtmak, gencinden yaşlısına, emekçisinden emeklisine, memurundan işsizine, kadınından erkeğine hep birlikte kitlesel uyarıda bulunmaktır."
Son bir haftadır duygudan duyguya savrulup durduk. Ağladık, güldük, gülümsedik, duygulandık, bazen sessizce bazen en yüksek sesle atılan sloganlara eşlik ettik, bazen gençlerimiz adına korktuk, bazen tomaların suyundan ürktük. Vera Atalay’ın; “Önce babamı, şimdi amcalarımı aldılar!” şeklindeki iletisini okurken gözyaşlarımıza engel olamadık. Amsterdam’da Atatürk’ün sözünü hatırlatan gençlerin açtığı; “Kıvılcım olarak geldik, alevler olarak döneceğiz!” şeklindeki pankarttan ümitlendik. Özetle diploma iptalinden Silivri’ye uzanan yolda topluma salınan korku, verilen gözdağı toplumsal dinamikleri sarsınca yerimizde duramaz olduk…
Gelelim işin özüne ve günümüze neden gelindiğine…
Bilgi birikimi olmasa da her dönem ilgi odağı olanlara bakınca! Eğitimi, deneyimi olmasa da yönetimin her daim ilgisine mazhar olanlara bakınca! Diri, dirençli, cesur, barışçı, bilinçli, bilgili, kararlı insanların yalnızlığına bakınca! Hele de gelecekleri karartılan gençlerin, açlıkla sınanan emeklilerin, emeğinin hakkını alamayan emekçilerin çokluğuna bakınca! Son bir haftadır çekilen fotoğrafın adı toplumsal tepki olmasın! Ya da düşler aleminde yaşayanlara “artık yeter!” demek olmasın. Veya ülkeyi yorgun düşürenlere, ekonomiyi batıranlara, halkı yoksullaştıranlara, yerli yersiz soruşturmalarla, mesnetsiz iptallerle, planlı ataklarla hayatları karartılanlara karşı verilen barış- kardeşlik- birliktelik mesajı olmasın. Kısaca İstiklal Marşımızın; “Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım” şeklindeki dizelerine sığınma ihtiyacı olmasın…
Yine şiddete, tepkiye, yalana, talana, ayrımcı politikalara, ötekileştirmeye, yasaklamalara, ekonomik çöküşe "dur" demek olmasın. Ülkeden duyulan sesin Avrupa’da bile yankı bulmasının, meydanların sesinin dünyada hissedilmesinin yarattığı havanın Mart soğuğuna rağmen, kaygılı bekleyişin baharı yakındır diyen, her yaştan, her görüşten genç yaşlı, kadın erkek, çoluk çocuk, emekçi emekli, işçi işsiz sokakları dolduran milyonların yüzlerindeki yorgun gülümseyişe sinen Sezai Karakoç’un; “Yenilgi ile gelen zaferler vardır!” şeklindeki sözünü dosta düşmana hatırlatma ihtiyacı olmasın…
Yoksulluk, yolsuzluk, kayırmacılık, çatışmacı üslup, kutuplaştıran dilden, bağırma, azarlama, korkutma, parmak sallama gibi davranış biçimlerinden, fiyat artışları, geçim darlığı gibi umutları yok eden uygulamalardan bıkanların meydanlara akma ve dayanışma isteği olmasın. Kreş açarak çocuklara eğitim vermenin, kent lokantası açarak karınları doyurmanın soruşturma konusu olmasına duyulan tepkinin dışa vurumu olmasın. Gençlerin ve halkın sokakları ve meydanları doldurmasının nedeni sokakların aynı zamanda huzur, özgürlük alanı, dostları görmek, dayanışma sergilemek, satıcı sesi, müzik sesi, çocuk sesi duyarak rahatlama isteği ya da kutlamaya veya protestoya duyulan özlem olmasın…
Özetle! Bunun adı hayatın içinden geçenlere! İnsanın içinden geçenleri hatırlatma ihtiyacı olmasın…
Tüm bunların adına; Kararlı, hesaplı, kitaplı bir şekilde adanmışlık mı desek? Meydanları dolduranların nazik bir şekilde meydan okumaları mı desek? Çocukların oy sandıklarına attıkları saç tokalarının, oyuncakların, yazılan resimli mektupların yarattığı duygusallık mı desek? Neredeyse 81 il, 973 ilçede hepsi birden olmasa da itaate karşı duyulan itiraz sesleri mi desek? Yılmaz ve yıldız gençlerin başlattığı uyanışın ayak seslerine omuz vermek adına atılan sessiz çığlıklar mı desek? Tarihin derin akışına karşı konulmaz ve durulmaz diyerek akıl mantık, bilgi, bilinç ve ülke sevgisini harmanlayıp alanlara çıkan, yollara dökülen ve gelecekleri karartılan gençlerin korkusuz ve kararlı duruşu mu desek?
Korku dağları bekledikçe, akıl almaz hatalar yaptırdıkça, umudunu kaybeden, hayallerinden çoktan vazgeçen gençlerin, bıkkın, yılgın, bezgin, yorgun yurttaşların birden bire silkinerek bendini aşması mı desek? Siyasetten bihaber bulup, apolitik dediğimiz gençlerin biber gazı soluyarak, tazyikli sularla savrularak, plastik mermilerden sıyrılarak haklı isyanlarını, haklı taleplerini haykırmak için sokakları, meydanları doldurması mı desek? Ya da bardağı taşıran son damlaya karşı sergilenen öfke patlaması, durmadan sallanan parmağa karşı geç kalmış bir hak arayışı, mahkum ve mecbur edildikleri güvencesiz eğitime, işsizliğe, tükenen umutlara, liyakatin ortadan kalkmasına, doğanın, hayvanların katline, cumhuriyetin kurucu değerlerinin yok sayılmasına duyulan tepkinin dışa vurumu mu desek?
Bilinmez! Bilinen o ki; Bunun adı korku duvarlarını aşmak adına atılan çok anlamlı sloganlarla mesaj vermek, Saraçhane’den ülkenin tamamına yayılan yürekli ve kararlı adımlar atarak, korku duvarlarını yıkmak, ortama hakim olan karamsarlığı, endişeyi, kaygıyı dağıtmak, gencinden yaşlısına, emekçisinden emeklisine, memurundan işsizine, kadınından erkeğine hep birlikte kitlesel uyarıda bulunmaktır.
Bunun adı; “Torunlarım gelince ceplerine harçlık koyamadığım için üzüldüğümü gören oğlum, cebime biraz para sıkıştırıp; 'Baba üzülme geldiklerinde bunu verirsin!' deyince daha çok üzüldüm" diyen emekli öğretmen dedenin haklı isyanına kulak vermektir.
Bunun adı; 100 kişiden 86’sı zorda olan, alım gücü gittikçe düşen, kredi kartı borcunu ödeyemeyen, doğalgaz faturasını ödemekte zorlandığı için soğukta oturanların tazyikli suyu, biber gazını, plastik mermiyi göze alarak haklı taleplerini duymayanlara duyurmaktır.
Özetle: Toplumun sabrının sınırlarını zorlayan değişimler, çatışmalar, çıkmaz sokaklar, gergin ortamlar yaratılırsa sokaklar ve meydanlar kaçınılmaz olur. Çünkü gençlerin düşünsel dinamiklerini besleyen ortamlara, önlerini açacak imkanlara ve geleceğine yön verecek kişi ve kurumlara ihtiyacı vardır.
Kutlama notu: Üniversitede 4 yıl eğitimini alan ve yıllarca eğitimini veren bir “Tiyatro Tarihi” hocası olarak 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nü daha farklı bir yazıyla kutlamak varken gündem izin vermediği için sanatın aynı zamanda özgürlük, başkaldırı, direniş, sığınak, liman olduğunu bir kez daha hatırlatıyor, nice sanat dolu yıllar diliyorum…