Gurur bilançosu…
Öyle “1 yıl içinde çözeriz demek, Mart ayında TOKİ bölgeye giriyor demek, gereği yerine getirilir, getirilecektir” diye üst perdeden sallamak, ‘elveda güzel kentim ve geçmişim’ diyerek bir bilinmeze doğru çıkanları anlayamamak” da fıtrata dâhil mi?
Gurur bilançosu mu? Saymakla bitmez de söze nereden başlayacağımı bilmiyorum.
Binlerce yitik, on binlerce yaralı sıfır istifa! Suç kanıtlarını karartma, suçluları aklama, kadere sığınma ve gözdağı verme…
Havaalanlarına ve terminallere hâkim olan hüzün! Numaraya dönüşen hayatlar, silinen geçmiş, evlerini, anılarını, sevdiklerini geride bırakarak başka illerdeki yakınlarının yanına gidenlerin yeniden bir yaşam kurma sürecinin sancıları…
Covid nedeniyle eğitimden uzaklaşan kayıp kuşağı bir kez daha kurban ederek ihmal ve ihanetin doğurduğu sonuçları gençlere ödetme kolaylığı ve yönetimin bilime kapattığı kapılar…
Bitmedi. Biter mi? Bağırarak, haykırarak, haber vererek, uyararak gelen yıkımın boyutları ve nedenleri belli iken suçluya dokunamayan, oteller ve konuk evleri boşken gücü öğrenciye yeten yönetim…
Kurtarma sırasında sonsuza dek unutulmayacak kareler, içe işleyen, göz yaşartan jestler, konuşmalar, sözsüz ve sessiz çok şey anlatan bakışlar…
Yüzyılın dayanışmasından arda kalan sınır tanımayan, sınırları zorlayan, el ele kol kola, omuz omuza, sır sırta sergilenen özveri…
Depremzedeler soğuktan titrerken sıcak evlerinde oturanların iç huzursuzluğu, onlar göçükte beklerken bir tas çorbayı yutamayanların sıkıntılı hali…
Depremzede çocukların boyama kalemleriyle önlerindeki kâğıtlara sağlam evler çizmesindeki anlam yüklü mesaj…
Bizdeki idari ve siyasi sorumsuzluğa karşılık Letonya’da yanlış tasarım yüzünden çöken süpermarketin altında kalan 54 kişi hayatını kaybedince “Benimde sorumluğum var!” diyerek istifa eden başbakan…
Tarım arazisi üzerinde yapılan, denetimden kaçırılan, malzeme eksikliği bilinen sıcak yuvalarında uyuyanları apansız, derinden, kapıyı vurmadan, bacayı kırmadan, çatılara abanmadan hayatı yerle bir ederek, haneleri, hayalleri, yarınları yakıp yıkarak çökerten deprem…
Enkazdan çıkanlara sırtındaki montu, ayağındaki botu giydirerek üşümemesini sağlayan Mehmetçik…
Çocukluk yıllarımızın güven abidelerinden olan, yardım zarflarına gönül huzuruyla paralar koyduğumuz, Ayyıldız amblemli özel gömleğini giyip kurum kurum kurularak yardım topladığımız KIZILAY…
Kader planına dâhil olmayanlar…
Hani tahammülün de bir sınırı, sinirlerin sınırlarını zorlamanın da bir ölçüsü vardır. Hoş onu sayelerinde yitireli çok oldu ama biz kaldıramıyoruz artık…
Gece gündüz, yatsı imsak, sabah akşam, toplantı açılış durmadan birilerini hedef göstermek, yaylım ateşine tabi tutmak, yenir yutulur olmayan hakaretlere maruz bırakmak yetmedi mi? Hele de bugünlerde! Bunu anlamak da, anlatmak da, izah etmek de çok zor. Toplumu daha çok germemek için, zaten bozuk olan sinirleri daha da yıpratmamak için iyisi mi profesyonel destek almak ve öfke kontrolü yapmak…
Unutmayalım, bölgenin sarılıp sarmalanmaya ihtiyacı var dışlanıp yok sayılmaya değil!
“10 gün önce işimiz vardı, aşımız vardı, evimiz vardı, sıcak bir yuvamız vardı, ailece etrafında toplanıp yemek yediğimiz masamız, bitip tükenmez sohbetlerimiz, çocuklarımızın geleceğine dair hayallerimiz vardı. Şimdi hiç biri yok, yardıma muhtacız!” diyen depremzede sizin bağırmanızdan çok yoruldu…
Sorularla sürdürürsek! Bilimsel kadroları, bilimsel birikimi, kamusal belleği, planlamayı, eşgüdümü, grup dinamiğini, akıl ve bilimin birlikteliğini, deneyimli ve liyakat sahibi kadroları görmezden gelmek, onlara sırt çevirmek, tüm bunları yok saymak, olup biteni hafife almak yöneticilere pek çok şey kaybettirmez mi?
Kara yollarının çöktüğü, demiryollarının büküldüğü, köprülerin yok olduğu, havalimanının yarıldığı bir ortamda! Dış politikada parmak salladıklarınızın dil bariyerini gönül birlikteliğiyle aşarak, eli kolu, cüzdanı dopdolu koşup gelmesi, sınırsız dayanışma sergilemesi, yüreği ele geçiren jestler yapması siyasi iktidarı mahcup etmez mi? (bizimki de soru mu?)
Özetle! Kalıcı sorunlara günü kurtaran geçici çözümler çare olmaz, olamaz. Çok uzun sürecek bir yas bu. Öyle “1 yıl içinde çözeriz demek, Mart ayında TOKİ bölgeye giriyor demek, gereği yerine getirilir, getirilecektir” diye üst perdeden sallamak, ‘elveda güzel kentim ve geçmişim’ diyerek bir bilinmeze doğru çıkanları anlayamamak” da fıtrata dâhil mi?