Haklı Kaygı ve İtirazlarımız Var! Olmasın mı?

"Özetle sorumlu makamlarda oturup sorun yaratanların; gerekli, önemli, akla yakın ve akla yatkın önlemleri el ve oy birliğiyle almadıklarını anlayınca! İnsanın aklına 'yakınmayan, söylenmeyen, alışan, sorgulamayan, hesap sormayan, kabullenen, sabreden, unutan, yetinen bir topluma mı dönüştük' sorusu düşüyor?"

Semt pazarlarında fiyatlar altınla yarışıyor, çileğin tanesi 13, kestanenin tanesi 15 TL. yurttaş pazardan eli ve çantası boş dönüyor. Sağlığa zararlı ilaçlı üründe zirveye adayız. Avrupa ülkeleri pestisit nedeniyle ürünlerimizi iade ediyor. Biz iç piyasada afiyetle yiyoruz! Bizi kıskanan batı bu konudaki başarımızdan ötürü staja gelebilir ya da hizmet içi eğitim alabilir…

YÖK açıklama yapıyor. Üniversitelerde 7.3 milyon öğrenci var. Yüzde 53’ünü kadınlar oluşturuyor. 184 bin akademisyen var. 97 bin 500’ü erkek, 86 bin 489’u kadın. Ülkeyi ve kurumları yönetmek erkeklerin tekelinde ve onlara emanet olduğundan idari kadrolarda yokuz. Başarılarımıza ve başarılarına gelince o konu zaten tartışılmaz…

Resmi kayıtlara göre; Cezaevi istatistikleri alarm veriyor, mevcut 405 cezaevinde tutuklu ve hükümlü sayısı 392 bine ulaşmış. Kapasite 91 bin kişiyle şu anda aşılmış durumda. Aralarında 4 bine yakın çocuk, 17 bin kadın, 371 bin erkek, 27 bine yakın üniversite mezunu, yüksek lisans yapmış, doktoralı mahkum var. Bu arada 11 milyar liraya mal olacak 11 cezaevinin yapımı sürüyor. Özetle dünya genelinde büyük başarılara(!) imza atmayı “mapus damı” anlamında da sürdürüyoruz…

Enflasyon rakamları açıklandı. Dünyada 3. sıradaymışız. Üstümüzde yıllardır savaşan Suriye ve bu konuda ününü hep koruyan Arjantin varmış. Kısaca ekonomide de tarih yazmaya devam ediyoruz…

Hal böyle iken derin yaralarımızın olduğunu görüyor, olup bitene popüler figürlerin, siyaset erbabının ne dediğini, bilemesek de, onlar hiç bir konuda ihtiyacın olmadığını, olamayacağını, olmaması gerektiğini deseler de biz diyemiyor ama kulaklarını çınım çınım çınlatarak, yanıt alamayacağımızı bile bile yazıp çizmekten, sorup paylaşmaktan vazgeçmiyoruz.

Yine gelişmelerin başdöndürücü olduğunu, günlük dertlerin, geçim sıkıntısının, ülkede ve dünyada hız kesmeyen krizlerin, her gün değişen gündemin, eleştiriye karşı sergilenen alerjinin, kaygı iklimini besleyen gelişmelerin, rantta sınır tanımayan hırsın, jet hızına yaklaşan soruşturma ve suçlamaların, ihmaller zincirinin neden olduğu acılara karşı gösterilen duyarsızlığın, “hesap sormama- hesap vermeme” ikilisinin yarattığı acıların ve ayrımcılığın sarmalında öngörülemez dönemlerden geçiyoruz…

CB; “Bugün konuşan Türkiye diye anılıyoruz! Kişi başı milli gelir 15 bin dolar oldu” demiş. Yaşadıklarımızın yaşayacaklarımız adına çok şey anlattığı ülkemizde iç açan, umut veren, hayal kurduran bir açıklama! Bu durumda yapılacak tek şey var, konuşmak ama ince eleyip sık dokuyarak, kılı kırk yararak ve çok düşünerek konuşmak, 15 bin doları da gezip tozarak, yiyip içerek, eğlenip alışveriş yaparak güzel güzel harcamak…

İtirazla onay, tavsiyeyle tasviye arasında sıkışıp kaldık…

Bir süre önce CB yurttaşa “anlayış, sabır ve metanet” önerdi. Çalışma Bakanı “nefes kontrolü, masaj, aerobik” yapın dedi. Bu durumda 131 milyarlık bütçesiyle DİB neden geri kalsın ya da kalır mı? O da; “Ekmek temel besin kaynağıdır, doyurucu ve ekonomiktir, demir, kalsiyum, protein, B1 ve B2 vitamini içerir, enerji sağlar. O nedenle ekmek yiyin ve doyun!” şeklinde sağlıklı beslenme konusundaki derin bilgisini ortaya koydu. Bu yaşamsal önerileri dikkate alarak ilerlemek varken;

Neden? İlerleyemiyoruz, kalkınamıyoruz, rekabet gücümüzü artıramıyoruz, ülkemizin başat ve gerçek sorunlarına eğilemiyor, odaklanamıyoruz? Çünkü; sorumluların sorumsuzluk yarışında oksijenimiz bitiyor, nefes alamıyoruz. Açlık sınırının 22 bin TL’yi, yoksulluk sınırının 72 bin TL’yi, asgari ücretin 26 bin TL’yi bulduğu günümüzde, bu rakamlar alım gücüne yetişemediği için, bunalıma giriyor, gerim gerim geriliyoruz.

Hele de 2024 yılında kapanan toplam işletme sayısının 50 bini geçtiğini, kapanan şirket sayısının bir yılda yüzde 20 arttığını duyunca! Yine yoran, geren, tutsak eden, kızan, kinlenen, ayrıştıran, yalnızlaştıran, ötekileştiren, bitmeyen, eksilmeyen, eskimeyen öfkeleriyle hayatı cennete değil, cehenneme çevirenlerin duyarsızlığına tanık olunca! Özetle sorumlu makamlarda oturup sorun yaratanların; gerekli, önemli, akla yakın ve akla yatkın önlemleri el ve oy birliğiyle almadıklarını anlayınca! İnsanın aklına "yakınmayan, söylenmeyen, alışan, sorgulamayan, hesap sormayan, kabullenen, sabreden, unutan, yetinen bir topluma mı dönüştük" sorusu düşüyor?

Bu bölümü noktalarken demem o ki; Cumhuriyet Türkiyesi’nin sıcaklığını, varlığını, sarıp sarmalayan ve ötekileştirmeyen dokusunu özleyenlerden biri olarak bu yazıyı ister paylaşma, ister dertleşme, ister haykırma sayın kabulümdür…

Bir kalem daha sustu! Yazar- Çevirmen- Gazeteci Liz Behmoaras’ı yitirdik.

Arkadaştık, dosttuk, yazın yolculuğumuzun, yayınlanan her yazımızın, çıkan her kitabımızın, köşe yazarlığımızın sıkı takipçileriydik. Yüzünde hep yakın bir dost tebessümü olan, derin manalar ifade eden bakışlarla bakan, ferahlık veren gülümseyişini hiç esirgemeyen biriydi Liz. Titiz araştırmalarıyla unutulmuş hikayeleri gün yüzüne çıkaran, kültürel mirasların izini süren değerli eserlere imza atan bir kalemdi Liz. Onun bazen ağır başlı, bazen esprili izahatlarını, hele de cesur çabalarını unutmayacağım…

“Kimsin Jak Samanon” kitabı çıktığında; “Neşe’ye! Güzel bir dostluğun ilk adımlarını atmanın mutluluğuyla” yazarak 7 Şubat 1998’de elime tutuşturduğunda hemen okumuş, köşemde yazmış ve birkaç gün sonra da Liz’in önerisiyle bir derneğin çağrılısı olarak kalabalık bir konuk grubu önünde kitabını tanıtmış, ona sorular sormuş ve dostluğumuzu iyice perçinlemiştik. Sık sık buluşur, sanatsal sohbetlere dalardık, söz arasında eşimin Nöroloğ ve psikiyatrist olduğunu duyunca bana; “Neşe acilen beni eşinle tanıştır, elimde bir kitap hazırlığı var, tam da onun branşıyla ilgili. Ona soracaklarım var” deyince bu kez daha sık buluşur olduk. O “Mazhar Osman Kapalı Kutudaki Fırtına!” kitabını yazıyor ve eşime ruh ve sinir hastalıkları dalının duayen ismi Prof. Dr. Mazhar Osman’la ilgili sorular soruyor, ben de onlara çay ve kahve servisi yapıyordum.

Ölüm sanki kol geziyormuş gibi, bizim kuşağa her gün biraz daha yaklaşıyormuş gibi, sessizce uçup gidenler arttıkça bir parçamız daha eksiliyormuş gibi. Neredeyse "uzak dur artık sevdiklerimizden ölüm" diyeceğiz. 17 Şubat’ta Liz Behmoras’ı da kaybettik. Şimdi kütüphanemizde bana ve rahmetli eşime imzaladığı kitaplarıyla varlığını sürdürüyor Liz. O artık kitaplarıyla, çevirileriyle, araştırmalarıyla NDS’li dostlarının, okurlarının, sevenlerinin yüreğinde yaşamayı sürdürecek. Toprağı bol olsun, ışıklar içinde uyusun…