İletişimin Dilinin Esasları! Köprü mü, Duvar mı?

Genelde herkesin ve her kesimin, özellikle de yöneticilerin kullandığı dil insanlar arasında duvar örmemeli, bariyer oluşturmamalı, köprü olmalı.

Biriken ve bastırılan sorunlara, yanıt alınmayan sorulara bakınca bunu beceremediğimiz, ya da istemediğimiz çok net ortada…

Çiftçimiz, köylümüz, üreticimiz, halkımız ne kadar karşı çıkarsa çıksın termik santraller uğruna kestane, çam, meşe, kızılağaç, çınar başta olmak üzere ağaçları kesmeye, ormanları yok etmeye, yeşili bitirmeye kararlı olan yönetimin iletişim dilini ve ülkenin geleceğini önemsemediği çok net ortada…

Karamsarlığın, umutsuzluğun, korkunun, şiddetin hayatımızın ayrılmaz bir parçası haline geldiği, eğitim sisteminin çöktüğü, kadınların öldürüldüğü, doğanın ve hayvanların katledildiği, yeşilin bitirildiği, iletişim duvarlarının giderek yükseldiği günümüzde bunu beceremediğimiz çok net ortada…

Yandaşlara ballı maaşlar veren, ormanları peşkeş çeken, ihaleleri kat kat büyüten, şiddette, cendereye sıkıştırmada, gözdağı ve hakarette sınır tanımayan, liyakati sıfırlamada, adrese teslim iş ilanlarında sınırları zorlayan, emekçiyi üç otuz paraya mahkûm eden, yandaş olmayanı bölen ve dışlayan anlayışın toplumsal huzuru önemsemediği çok net ortada…

Batının ülkemize yönelik çıkar esaslı çifte standardı, yönetimin dış dünyaya yönelik “demokrasi, eşitlik, ekonomik istikrar” vurgusu, kasıp kavuran ekonomik tablo, küresel yarışta ülkemizin karnesi, MEB’in ve DİB’in çağdışı uygulamaları, kilit nokta olduğunu söyleyenlerin duruş ve tavırlarına bakınca ülkemizin geldiği yer çok net ortada…

Ağır ekonomik krizle boğuşan yorgun emekçilerin, ağır hasarlı tarım politikalarının ezip geçtiği çiftçilerin, gelecekten umutsuz kaygılı ve karamsar gençlerin, bitmeyen şiddet ikliminden yorulan kadınların çilesinin kör sağır politikalarla geçiştirilemeyeceği, bu ve benzeri konuların sık sık kendilerine hatırlatılması gerektiği çok net ortada…

Eleştirinin gücü ve gerekliliği…

Oysa eleştirinin gerekliliğini ve gücünü kabullenseydik, kişiye sorgulama, düşünme, yorumlama, tartışma yolları açtığını kabullenebilseydik toplum olarak böyle bir girdabın içinde kalmazdık...

Birbirlerine ve batılı liderlere övgüde son derece cömert olan yöneticilerimiz acaba bir zamanların tarım ülkesi olarak nam salmış memleketimizin kirazdan incire, çilekten domatese, kayısıdan üzüme 81 gıda sevkiyatının tümünün alıcı ülkeler tarafından sağlığa zararlı ilaç kullanımından ötürü iade edildiğini biliyor mu? Ya da bu kalıntıların pek çok hastalığa yol açtığını, astımdan hormonal bozukluklara, şekerden böbrek yetmezliğine kadar pek çok soruna davetiye çıkarttığından haberdar mı?

Bizim emekliler 12. 500 TL maaş alırken bizi kıskanan Almanya’da yıllık maaşların tutarının 53 bin Avroya dayandığını yönetim kadrosundan duyan var mı?

Yine Dünya Basın Özgürlüğü endeksinde 180 ülke arasında 165. sırada olmak bizi yöneten dünya liderlerini ne kadar ilgilendiriyor?

Acaba başta ABD olmak üzere batı sahne ışıklarını daha ne kadar CB üzerinde yakmayı sürdürecek?

Aynı batı ve aynı ABD savaşta en çok yoksulların öldüğünü, çocukların hayallerinin bittiğini, “baba neredesin?” diye haykırarak uykusundan uyanan çocukların giderek arttığını, kadınların evlatsız, eşsiz, babasız kaldığını, en çok da silah sanayinin kazandığını ne zaman hatırlayacak?

Neden gelişmiş batıyı kültürlerin kucaklaşması, buluşması ilgilendirmiyor? Neden onları sadece hoyratlık, acımasızlık ilgilendiriyor da; artan yalnızlık, hüzün, çaresizlik, öfke ilgi alanlarına girmiyor?

Sebep, neden, gerekçe ne olursa olsun asıl ve üzerinde durulması gereken sorunlar bunlardır. Unutulmasın ki konforlu zeminlerde oturmak kolaydır ama verilen sözler tutulmayınca hayata tutunmak zor, faturası da ağırdır…

Özetle! Gözümüzün nuru gibi bakmamız ve kollamamız gereken sevinç, dayanışma, neşe, şefkat gibi duygular da var dünyada! Batı sadece kendi için düşünse de…

Keşke daha uygar, daha vefalı, daha hak bilir bir dünyada yaşasaydık…