İnat, sabır, sebat bizim işimiz…
Sözü getireceğim yer mi? Altını çizmeden, vurgulamadan, yazmadan, paylaşmadan geçsem olmaz, tüm bunlar niye olsun? Olabilir mi? Olmamalı. Olmasın. Tüm bunlar yaşanırken gülenler var, küçümseyenler var, önemsemeyenler var derseniz, iyisi mi demeyiniz!
Gelir seviyemiz düştüğü halde, zekâ seviyemiz de henüz bir gerileme olmadığından ötürü sormak zorundayız! Hele de derdimiz, meramımız, yükümüz artarken…
Boyun eğmeyen, itaat etmeyen, baskıya hayır diyen, hala akıllanmayan, böyle gelmişse de böyle gitmeyecek diyen, direnen, şiddete karşı çıkan, sesini çıkaran, haksızlığın karşısına dikilen, teslim olmayan yani; “inat, sabır, sebat bizim işimiz!” diyen kadınlar! İran’dan Afganistan’a büyük dönüşüme arka çıkan yürekli kadınlar! Az kaldı. Ha gayret. Sonrasını hepimiz biliyoruz, çünkü başarı direnen kadınların olacak…
Şimdi sormak zamanı! Problemin kaynağı probleme çözüm olur mu? Ya da seçenek ve seçimlerimizden biz sorumlu değil miyiz? Masaya yatırıp bakalım!
İran’da hemcinslerimiz ölümüne savaşım verip korku duvarlarını yıkarken!
Afganistan’da başta eğitim olmak üzere hakları ellerinden alınan kadınlar; “Keşke Afganistan’da hiç kız çocuğu dünyaya gelmese! Çünkü onu büyümek değil, ezilmek ve ölmek bekliyor!” diyerek yürek acıtan isteklerini haykırırken!
Yaşam çeperleri daraltılmış, yoksullaştırılmış, gelecek umutları ellerinden alınmış, işinden ayrılması için baskı yapılmış, öldürülen kadın sayısı dudak uçuklatan rakamlara ulaşmışken! (son 15 yılda 4 bin 86)
Akademik alandaki yerimizden söz etmesek olmaz…
Vakıf ve devlet olmak üzere toplam 208 üniversitenin sadece 17’sinin rektörü kadın. Yüzde 32’5 kadın profesör oranımızla, yüzde 20.8 ortalaması olan AB ülkelerini geride bıraktık, yani yüzde 32.5 olan ABD ile eşitlendik. Buna karşılık YÖK’te bugüne kadar hiç kadın başkan olmadı. 129 devlet üniversitesinden sadece 5’inde kadın rektör var. 9 üniversitede kadın profesör yok. Demem o ki söylemesem eksik kalır, kadınlar her alanda ve anlamda cam tavanlara çarpıyor…
Bu zihniyet ve bu bakışla işimiz çok zor…
Suç oranı, istismar, taciz, kadın cinayetleri sınıfta kalmamız için yeterli değil mi? Yılda ortalama 400 kadının öldürüldüğü ülkemizde sicilimiz bayağı kabarık değil mi? Buna bir de kayıtlara geçmeyen, dere kenarında ölü bulunan, sözde intihar etti denilen, yemekten zehirlenen nice şüpheli ölümü de katarsak” Ört ki ölem yani…
Kalem yerine çekiç tutan eller!
Hani kızıyoruz ya! Hani şaşıp kalıyoruz ya! Hani soruyoruz ya! Hani bazen sesli sedalı, bazen kendi aramızda eleştiriyoruz ya! Yok, canım bu kadarı olmaz dediğimiz her şeyi yaşayıp gördüğümüz ve daha da göreceğimiz için şaşırmamayı öğreneli çok oldu ya! Bunlardan biri de yönetimin ilgi alanına girmeyen, onları ilgilendirmeyen yoksul, kayıp çocuklar sorunu ya! Ülkemizde 7.5 milyon yoksul çocuk var, çocuk işçi sayısı en iyimser rakamla 520 bin, eğitimin dışında kalan ve kayıp kuşak sayılan çocuk sayımız 512 bin ya! Derinleşen yoksulluk çocuklarda okul terkine, çocuk işçiliğin artmasına, okul devamsızlığına ve suça sürüklenmeye neden oluyor ya! “Bana ailem kızmasın, beni kimse eleştirmesin, onların gözünden düşmeyeyim!” diye diye hayatları boyunca travma yaşayan çocuklar sağlıklı ilişki kurmada hep zorlanıyor ya! Ya ekleriyle listeyi uzatmak mümkün…
Çocuklar ailelerinden oyuncak yerine pasta isterken sizin de aklınıza benim gibi MEB’ mi geldi? Pardon MEB mi dediniz? 5 aileden 4’ünün derdi zamlar ve ödenemeyen faturalarken, istediği gıdayı alamayanların oranı yüzde 60 iken sizin de aklınıza gözleri ışıl ışıl parlayan bakan mı geldi? Geçiniz…
Vesayet diz boyu iken vaziyet budur…
Açlık sınırının 10 bin TL’ye, yoksulluk sınırının 31 bin TL’ye yükseldiği ülkemizde biz hala neyi yazıp, neleri konuşuyoruz ki?
Sözü getireceğim yer mi? Altını çizmeden, vurgulamadan, yazmadan, paylaşmadan geçsem olmaz, tüm bunlar niye olsun? Olabilir mi? Olmamalı. Olmasın. Tüm bunlar yaşanırken gülenler var, küçümseyenler var, önemsemeyenler var derseniz, iyisi mi demeyiniz!
Çünkü değişmesi için el vermek, el atmak, eli taşın altına sokmak, kafa yormak şart…