Küçük Tabutlarda Büyük Acılar... Hasar Tespit Raporu! (2)

Etkilenerek- esinlenerek okuduğumuz yazarların mumla arandığı, daha fazla yıpranmamak için başta kaygı, öfke, üzüntü, stres kaynaklı duygusal boşluklarımızı yönetmenin artık giderek azaldığını, anlaşılabilir ve kabul edilebilir olmayan açıklamaların, umarak, sanarak, sabırla bekleyerek geçirdiğimiz günlerde her geçen gün katlanan toplumsal yaralarımızın ve duygusal yüklerimizin tavan yaptığını sık sık yanılarak görüyoruz.

Şimdi sorma zamanı? Yaşlarının toplamı 15 olan ve yanarak can veren Masal, Bulut, Miraç, Peri, Nefes kardeşlerin büyümeden biten yaşamları, küçük tabutlarda yaşattıkları büyük acılar vicdanlara asılı bir yük olarak kalmayacak mıdır?

İstanbul Sözleşmesi kaldırıldığından beri, yani 1 Temmuz 2021’den bu yana 1113 kadının öldürülmesi, her birinin arkasında acı hikâyeler olan 701 kadının şüpheli şekilde ölü bulunması, kadın cinayetlerinde oranının yüzde 20 artması akıllarda bir şüphe olarak kalmayacak mıdır?

Namus cinayeti gibi cinsiyetçi kalıplarla geçiştirdikleri ölümlerin ardında hayatı ve hayalleri bitirilen kadınların, annesiz kalan çocukların, evlatsız kalan ailelerin, umutları toprağa gömülenlerin, kızının cenazesini teslim alan ana babaların ömür boyu kurumayacak gözyaşlarının olduğunu unutanların, “bireysel olayları kamusal alanlara taşımayınız!” diye akıl ve emir verenlerin o dört duvar arasında neler yaşandığından, neler çekildiğinden haberleri var mıdır?

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün son raporuna göre; Kadına Destek uygulaması olan KADES’e başvuran kadın sayısında patlama yaşandığını, 2020 yılında 48 bin olan başvuru sayısının geçen yıl 400 bini geçtiğini, saatte 45 ihbar yapıldığını, uygulamayı indiren kadın sayısının 7 milyona yaklaştığını okuyunca “sahi ülkemizde Kadından Sorumlu Bakanlık var mıydı" sorusu nasıl sorulmaz?

Varsa eğer bir zahmet destansı Cumhuriyete bir kez daha dönüp baksınlar! Kız çocuklarını okutan, kadınla- erkeği eşitleyen, kadınlara seçme- seçilme hakkı tanıyan, zor koşullara rağmen Suna Kan, İdil Biret, Güher- Süher Pekinel’leri yurtdışına eğitim için gönderen sistemin adı olduğunu da unutmasınlar. Ve İsmet paşaya sorulan sorunun yanıtını ezberlesinler. Paşaya sordular; “En büyük devrimleriniz ne idi?” şu yanıtı verdi; “İki şey Türkiye’de artık geri çevrilemez, çünkü kalplere kazındı. Bunlardan biri kadın hakları, diğeri Latin alfabesi!” Yorumsuz…

Emeği ve çilesi görünmeyenler!

Dünyada tarım sektöründe çalışan her 4 kişiden birinin kadın olduğu, yani tarımın da görünmeyen kahramanlarının çilekeş kadınlar olduğu, ülkemizde tarım sektöründe 2 milyona yakın kadının bulunduğu, bu sayının her geçen gün artığı, özetle üretimin yarısını kadınlar yönettiği bilinirken neden ücretsiz aile işçiliği o alanda da egemenliğini sürdürüyor?

Bazen zindan hayatı için demir parmaklıklar gerekmiyor, ev, işyeri, tarla, sokak zaten zindana dönüyor. Çünkü ömür boyu affetme, anlayış, hoşgörü hep kadınlardan bekleniyor. Düşünmeden yapılan seçimler sonucunda ömür boyu onay beklemek, yeterliliğini kanıtlamaya çalışmak da kadınları hem çok yoruyor hem de canlarından bezdiriyor. Söz buraya gelmişken soralım? Tarlasını, arsasını satıp çocuğunu okutan, sonrada cenazesini alan ana babaların ne düşündüğü, tesadüf ya da kader diye geçiştirmenin onları ne kadar teselli edeceği kimleri ilgilendiriyor?

Gencecik iki kadının kafaları kesilerek, bıçaklanarak vahşice öldürülmesinden sonra açıklama yapan bir Prof. şunu söyledi; “İslam hassasiyeti ile yetiştirilmiş olsalardı kendilerine namahrem olan bu katille hiç tanışmayacaklardı.” Afganistan’daki Taliban rejimine özenen Sn. Prof. şunu mu demek istiyor? Yani "kadınları eve kapatırsanız, hiç sorun kalmaz, cinayette işlenmez." O halde kayıt düşelim. Ülkenin yarısını eve kapatın olup bitsin öyle mi?

Şimdi hatırlatma zamanı! Kadınları üretime katan ABD dünya lideri oldu. Çin ekonomide mucizeler yaratıyor. Kadınların önündeki bariyerleri kaldıran Güney Kore bolluk bereket içinde yaşıyor. Kadınları şirketlerin başına getiren Norveç dünyanın en refah içindeki ülkelerin başına geliyor. Bunların tersini yapan, sokağı, araba kullanmayı, seyahat etmeyi yasaklayan Afganistan aç, sefil, perişan yaşıyor.

"Kadın" yazılır "anne" okunur!

Siirt’in Eruh ilçesinde şehit olan oğlu Bahattin Baştan için annesi Emine Baştan oğlunun, anılarını yaşatmak adına evinin yanında bir bina inşa ederek şehidinin giysilerini, eşyalarını, üniformasını, görevde çekilen fotoğraflarını, valilik ve belediyenin yaptırdığı balmumu heykelini sergiliyor. Bayraklarla donattığı müzeye sürekli ziyaretçi geldiğini belirten acılı anne; “Ses vermiyor ama gene de onunla konuşuyorum. Müzenin adını da ‘ana yüreği müzesi koydum!’ diyor. Sınır tanıyan annelik ah…

Yaşadığımız ne çok yakıcı sorun, yanıt bekleyip alamadığımız ne çok soru var…

Ülkemizde yoksul hanelerde 2 milyon çocuk derin yoksulluk içinde yaşıyor, gençlerin yüzde 60’ı psikiyatrik ilaçlar kullanıyor. Çok zor, hepimizin tüylerin diken diken eden, biri bitmeden diğeri başlayan, durmadan tırmanan olaylar sarmalında kalmışız. Bunun adı toplumsal çürüme midir? Sızlamayan vicdan, çıkmayan ses, alınmayan önlemler, uygulanmayan yaptırımlar mıdır? Ruhlarımıza sinen kanıksama duygusu mudur? Her vahşetin ardından bir süre konuşup sonra unutmak ya da alışmak mıdır? Yükselen çığlıklara karşı nasırlaşan yüreklerin tepkisiz kalması mıdır? Ülkeyi yönetenlerin ve yönetmeye talip olanların toplumsal çürümeye kulak vermesi bu kadar mı zor? Topyekûn dur demek, Cumhuriyete nasıl başlamıştık, şimdi neredeyiz, nasıl oldu da buralara geldik diye sormak, kabahatin çoğu da bizim diye özeleştiri vermek bu kadar mı imkânsız?

Özetle! Güvenlik önlemleri yetersiz, soru işaretleri çok, şiddet seviyesi endişe verici boyutlarda, öfke kontrolden çıkmışsa, kadınlar korumasız, çocuklar çok sahipsizse şunu demek zorundayız! Siyasiler, yetkililer, yönetim erbabı tarafsız ve kararlı davranmadıkları sürece yapanın yanına kâr kalıyor, olan da kadınlara, çocuklara ve ülkenin geleceğine oluyor…