Müjdat Gezen’in 70. Sanat yılı…
Müjdat hocamla okulda olduğu günler sohbet etmek, aynı binada aynı havayı solumak, ondan feyz almak, hep kanatlandıran düş gücünden, birikimlerinden yararlanmak, büyük mutluluk ve zenginliktir benim için- bizler için.
Öncelikle zorunlu bir açıklama! Bu yazı MSM’de yıllardır hoca olmanın sorumluluğuyla değil, düşündüren, sorgulatan, gülümseten, duygulandıran, alkışlanan, ayakta izlenen bir töreni paylaşma adına kaleme alınmıştır.
Türk Tiyatrosuna gönül ve bir ömür veren büyük usta Müjdat Gezen için 14 Ocak Cumartesi günü CRR’de bir gece yapıldı. Yıllar önce Victor Hugo; “Bir okul açan bir hapishane kapatır” demiş. Muhsin Ertuğrul; “Bir tiyatro açan 100 zindan kapatır” diyerek bu sözü daha da ileriye götürmüştü. Gece boyunca bu iki sözü düşünerek okuyacağınız yazıyı kurgulamaya çalıştım. Müjdat Hoca her iki sözün de hakkını vermedi mi? Üstelik bedel ödeyerek ve her fırsatta bedel ödetilerek…
Oyunculuktan yönetmenliğe, yazarlıktan şairliğe, hakkını vererek okuduğu şarkılardan komedyenliğine, özgün esprilerinden köşe atışlarına(!), okullarından kurslarına sanatın her dalına emek veren bir ustanın 70.sanat yılı töreni bana neler düşündürdü derseniz? Bu sorunun yanıtı uzun ve kapsamlı olur der, sanatsal tırmanışını adeta tırnaklarıyla kazıyarak var eden bir sanatçı için ne yazsam eksik kalır diye düşünür, yazmasam olmazdı dedirten pek çok kare beynime ve yüreğime çakıldı diye ilave ederim…
Hal böyle iken ben şimdi söze nereden ve nasıl başlayayım?
Sanat yolculuğunu dimdik politik duruşu ve cesaretli çıkışlarıyla ödünsüz ve firesiz buluşturan bir yurtseverin sanata adanmış yaşam öyküsünden mi girsem?
Ülkenin dününü ve bugününü iyi okuyan, ideal bir gelecek umudunu hep muhafaza eden, baskısız, sömürüsüz, adil, eşitlikçi duygularını hep fonda tutan bir sanat emektarının yıllara ve yollara meydan okuyan sanatsal yolculuğuna mı değinsem?
Sanatın her dalında olması gereken özgürlük ortamını gerçekleştirmek için yanıp tutuşan bir aydının dinamik, ritmik, imge dolu, gönderme dolu, çok renkli, çok canlı sahne performansının altını mı çizsem?
Küçük yaşta başladığı sanat yolculuğunu üretme üzerine kurgulayan şiirden romana, oyundan anıya, senaryodan, sinemaya, yaptığı her işi tutkuyla yapan, yazdığı her şeyi aşkla yazan güçlü bir kalemin bireysel duygularını toplumsal bilinçle harmanlayışını mı alkışlasam?
Yıllardır yazan, oynayan, şaşırtan, güldüren, düşündüren, duygulandıran usta oyuncunun ailesinden, kızından, eşinden söz ederken, eşini sahneye davet ederken, torununa bakarken, salonu dolduran dostlarını sayarken yüzüne yansıyan sevecenliğin, aşkın, tutkunun, özlemin ne denli güçlü olduğunu mu yazsam?
Genelde sanatın, özelde tiyatronun kapsayıcı, herkesi sarıp sarmalayan, içine alan, iyileştiren büyüleyici gücünün hâkim olduğu salona sinen sahici ve samimi atmosferi mi dilimin döndüğünce anlatmaya çalışsam?
Direncini ve umudunu hiç yitirmeyen bir düşün ve eylem adamının gençlere açtığı aydınlık kapılardan, ışık saçan pencerelerden süzülüp gelen sanatçıların, gençlerin, kursiyerlerin, hele de finalde 70.sanat yılı onuruna sahneye çıkan 7’den 70’e herkesin sergilediği duygusal ve görsel şöleni mi anlatmaya kalksam?
Törene katılan siyasetten sanata, iş hayatından basına her meslekten konukların, hocaların, öğrencilerin, eski mezunların, minik kursiyerlerin, gözlerine yansıyan gurur, yüreklerini ele geçiren heyecan görülmeğe değerdi mi desem?
Yaptıklarıyla sahnede ve hayatta devleşen bir sanatçının başarı öyküsüne tanıklık etmeye gelenlerin, “Kurulan bu güven ilişkisi ömür boyu devam edecek Usta!” dedirtecek ilgisini ve bitmeyen alkışlarını mı dile getirsem?
Kemal Kılıçdaroğlu’ndan Sevinç İnönü’ye, Tınaz Titiz’den ADD Genel Başkanı Hüsnü Bozkurt’a, Rahmi Koç’tan Semahat Arsel’e, Hikmet Çetin’den Alev Coşkun’a, Haldun Dormen’den Zihni Göktay’a, Gülgün Feyman’dan Ümit Zileli’ye, Fatih Mühürdar’dan Bedri Baykam’a, Ömür Göksel’den Tevfik Kızgınkaya’ya salonu dolduranların bakışlarına yansıyan içtenliği mi paylaşsam?
Cemal Reşit Rey’in 1000 kişilik salonundan taşan dostlarının, arkadaşlarının, öğrencilerinin, meslektaşlarının, sevdiklerinin, okurlarının, izleyicilerinin iki elin çıkaracağı en yüksek sesle ve avuçları kızarıncaya kadar alkışladıklarını görünce yıllardır MSM’de ders veren biri olarak bütün cesaretimi toplayıp; “Artık yoruldum!” diyen hocaya; “Bu atmosferden sonra bir kez daha düşünün mü?” desem?
Zincirlikuyu Camii Din Görevlisinin sanata, sanatçıya, ustaya yönelik konuşmasına mı hayret edip, hayranlık duysam?
Türk tiyatrosunun üç çınarı; Savaş Dinçel, Mustafa Alabora, Müjdat Gezen…
Salonu dolduranların zihninde yer eden tiyatromuzun üç çınarı diye tanımlanan Savaş Dinçel, Mustafa Alabora, Müjdat Gezen üçlüsünün Türk Tiyatro tarihindeki özgün yerini, emeğini, yaptıklarını, daha sonra da başlarına getirilenleri mi hatırlasam?
Ustanın yıllardır ayakta kalan ve ipi göğüsleyen sanatçı kimliğiyle olduğu kadar, okullar açarak genç sanatçıları kucaklayan kurumsal kimliğiyle de yaptığı konuşmada; vurgularıyla, göndermeleriyle gidilecek yolu, yapılacak şeyleri temel yapı taşlarının altını özenle ve önemle çizerek, yüreğinde hissettiklerini ustalıkla döktüğü teşekkür konuşmasına mı şapka çıkarsam?
Komedyenler ağlamaz ama ağlatır mı desem?
Gökmen Ulu’nun yaptığı belgesel filmde konuşan; Halası Türk Halk Müziğinin unutulmaz sesi Seha Okuş’tan hocası Yıldız Kenter’e, Emel Sayın’dan Perran Kutman’a, Türkan Şoray’dan Cem Yılmaz’a, Tarık Akan’dan Cüneyt Arkın’a, İlker Başbuğ’dan Emre Kongar’a, Demet Akbağ’dan Yasemin Yalçın’a, Sumru Dinçel’den Barış Dinçel’e…
Mustafa Alabora’dan Uğur Dündar’a, Erol Evgin’den Sadun Aksüt’e, Kandemir Konduk’tan Erkan Can’a, Kıvanç Tiner’den Ezgi Mola’ya, Günay Karacaoğlu’ndan Dolunay Soysert’e, Şevket Çoruh’tan Çağlar Çorumlu’ya, Gonca Vuslateri’nden Alper Kul’a, İlker Ayrık’tan Şebnem Bozoklu’ya…
Herkesin, her konuşanın hem fikir olduğu dost yüreğinin, baba ruhunun sanata yansıyan, sahnelerden taşan içtenliğine mi dikkat çeksem?
Ustanın “Baba-Kız” adlı oyununda da vurguladığı gibi her daim hasret duyduğu kızı Elif Gezen’e bakarak seslendirdiği Esmeray’ın; “Unutma beni, unutama beni!” adlı şarkısına ağlayarak eşlik eden tüm salonun duygusallığına mı katılsam?
Kızı Elif Gezen’in oğluyla birlikte seslendirdiği hasret yüklü, özlem kokan şarkıları arasında babasına dönerek; “Ben sana baba dedim, oysa hocam da demek isterdim!” şeklindeki insanı sarıp sarmalayan özlü sözünün mü altını çizsem?
“Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır!” diye sesli sedalı seslenerek sahneye davet ettiği eşi Leyla Gezen’in tüm salonu ağlatan gözyaşlarına mı eşlik etsem?
Mustafa Alabora’nın hasret kaldığı oğlunu kastederek, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na; “Hadi gelin de oğlumda gelsin!” sözü üzerine salonda kopan alkış fırtınasına mı ağlayarak katılsam?
Savaş Dinçel’in ayakkabıları!
Gecenin sunuculuğunu üstlenen İlker Ayrık’ın; “Ayağımdaki ayakkabılar bana Savaş Dinçel hocamın hediyesidir. İlk kez Baba Sahne’nin açılışında, ikinci kez de bu gece giyindim. İstedim ki o da ruhuyla olduğu kadar, bedeniyle de aramızda olsun!” şeklindeki gönül tellerimizi sızlatan sözlerini mi aktarsam?
Bilemedim. Bildiğim o ki binlerce kişinin ayakta kalarak, yerlerde, koltuk aralarına oturarak izlediği gecede konukları alıp bir düş dünyasına, müthiş bir iç güzelliğe, sonsuz bir iyiliğe taşıyan bu gece hala belleğimde capcanlı duruyor. Efsane ve büyü iç içe geçmiş gibi olan gecede konuşanların doğallığı, samimi ve sahiciliği, hele de Müjdat Gezen’in kendisine çok yakışan smokini içinde ailesinden, annesinden, babasından, kızından, eşinden, meslektaşlarından, yitip gidenlerden, öğrencilerinden söz ederken sesine yansıyan sevecenlik, mimik, içtenlik için dört sekizlikti mi desem?
Türk Halk Tiyatrosunun mihenk taşına, Türk Tiyatrosunun büyük ustasına bir saygı duruşu olan bu özel gecede final görülmeye değer ve çok çarpıcıydı diyerek, sonrası mı diye sorarak, sonrası alkışlar, alkışlar ve dinmek bilmeyen ayakta alkışlar deyip bu bölüme nokta mı koysam?
Yine bilemedim. Bildiğim o ki; Sanatçı sezgisini izleyicisine, okurlarına başarıyla aktaran çok değerli bir yazar, usta bir oyuncu, eşi az bulunur bir eğitimci olan sadece sanatındaki ustalığıyla değil, zekâsıyla, düş gücüyle, mizah duygusuyla, muzip kişiliğiyle, hüneriyle de dikkatleri çeken Müjdat Gezen’in 70 sanat yılı töreninden çıkarken bize ne kaldı derseniz?
Varoluş, direniş, yaşam, aşk, sevgi, neşe, üzüntü, yer yer eskilere uzanan duygusal, düşünsel, eğlenceli, yaşam dersleri veren bir yolculuk derim…
Yetinmem! Gülmek, eğlenmek, düşünmek, ağlamak, onur duymak, yani yaşama dair tüm duyguları tadarken nostaljik bir yolculuğa çıktık derim…
Uzun süre belleklerde yer edecek olan, insanın aklında ve gönlünde yer alan, yüreğine ve anılarına yerleşen, içini ısıtan, geçmiş-gelecek bağlantıları kurduran, salonla sahneyi buluşturan, boğazımızı düğüm düğüm eden, hepimizin yaşayamadıklarını, söyleyemediklerini, acılarını, hüzünlerini, sevinçlerini, özetle iç dünyasını anlatan bir yolculuktaydık derim…
Ve son olarak hatırlatmam ve vurgulamam gerek!
Soluk almayı unuttuğum görsel ve işitsel şölende düşündüm ki. Müjdat hocamla okulda olduğu günler sohbet etmek, aynı binada aynı havayı solumak, ondan feyz almak, hep kanatlandıran düş gücünden, birikimlerinden yararlanmak, büyük mutluluk ve zenginliktir benim için- bizler için. O nedenle çok kıymetli ve kayda değer olan bu geceyi katılamayanları da fonda tutarak ve tarihe not düşmek adına, eksiksiz anlatmaya, sabrınıza ve hoşgörünüze sığınarak ayrıntılarıyla yazmaya çalıştım…
Kısaca ve özetle jübileye daha çooook var Müjdat Hocam