Naçizane saptamalar ve öneriler…
Denetim, yönetim açığı sürdükçe, bilimsel gerçeklerden uzaklaşıldıkça, yönetim katında temkin, tedbir, ihtiyat, soğukkanlılık unutuldukça, emek özellikle de kadın emeği yok sayıldıkça toplumda tarifi ve tahmini mümkün olmayan acılar, kırgınlıklar, hayal kırıklıkları yaşanıyor.
Sonra ne mi oluyor? Toplumsal kırılmalar arttıkça ilgisizlik de artıyor.
Mesela çok yer gören, çok olay yaşayan, yazmayı yol gören, yolculuk sayan, gelenekle gelecek arasında köprü kurma olarak yorumlayan, olup bitene deneyimin içinden bakan, bazen hoşgörülü, bazen öfkeli, bazen sabırlı, bazen aceleci, ama hep meraklı, ilgili, dikkatli olan yazarlar göz ardı ediliyor. Kuşku ve duyarlılık arasında gidip gelen araştırmacılar, gözlemciler yok sayılıyor.
Yine yazdıklarıyla bir yandan bilgi verip fark yaratan, diğer yandan ülkeye dair umutlarımızı yeşerten, entelektüel kimliğiyle örtüşen, özdeşleşen kalemiyle damga vuran, anılarını, coşkularını, hüzünlerini bazen iyimser ve bazen karamsar bir şekilde dile getirenleri gören- duyan pek olmuyor.
Sonuç olarak; Yaşlandıkça yoksullaşan halkla, siyasi iklimden yorulan ve umudunu yurt dışına bağlayan gençlerle, fırsatını bulduğu anda gitmeyi düşünen eğitimli kesimle iletişim kuramayan, büyük resmi yerli yerine oturtamayanlarla da ancak bu kadar oluyor, bu kadar yol alınıyor ve bu kadar mesafe kat ediliyor.
Derin krizlerin yaşamın anlamına etkileri…
Değişim ve dönüşümün yaşamdaki izlerine bakınca! Bazen çanak tutan, daha çok kafa tutan büyüklerimiz! Hoşgörü, incelik, saygı, anlayış varken ve onları beslemek dururken; daha çok, gerginlik, çekişme ve didişme ortamı yaratan, yurttaşa “sıkın dişinizi!” diye öğüt verirken devletin kaynaklarını har vurup harman savuran yöneticiler!
Arsaları, konutları, tarlaları, bostanları, bağları, benzin istasyonları olan adeta Rockefeller gibi insanlık tarihinin en zenginlerine benzeyen, hizmet, huzur, mutluluk getireceklerini vaat eden, “Bizimki vatan, millet, ülke sevdası!” diyen ve fakat halktan destek ve ilgi görmeyenler!
“Gözyaşlarımla sevincim, korkularımla umutlarım, kuşkularımla güvenim birbirine karıştı. Ona verdiğim sözler, ona yazdığım mektuplar, onunla dertleşme saatlerim, boğazımı düğüm düğüm eden anılarım, yanındayken ip gibi akan ve asla tutamadığım gözyaşlarım, farklı duygular arasında gidip gelişlerim bile yok sayıldı, sonrası biraz daha karışık!” diyerek konuşan kadınlar!
“Hayır, bunu söylememeliyim, hayır bunu yazmamalısınız, daha doğrusu bunu içimde tutmalı, ya da sona saklamalıyım, ailem, özellikle de annem duyarsa çok üzülür!” diyen her yaştan, her düşünceden, her birikimden insanlar!
“Artık bazı şeyler yeni gerçeğimiz olmaya başladı, alıştık, alıştırıldık, yadırgamıyor hale geldik ve getirildik. Olup bitenler karşısında bu kadar rahat davranırken Avrupa bizi niye kıskanmasın? Almanya bizden neden esinlenmesin?” diyenler!
Eğitimde MEB’in ÇEDES projesiyle, milli, manevi, ahlaki toplum hizmetine son hızla devam edilirken, karnelerde artık “toplum hizmeti” adı altında yeni maddeler yer alırken! Bu uygulamalara karşı çıkan ve seslerini duyurmaya çalışan eğitimciler!
Başta 3.5 milyar dolarla zirveye yerleşen buğday olmak üzere her şeyimizin ithal olması, Ayçiçek yağı, soya, pamuk, tütün, büyükbaş hayvan, kırmızı et, pirinç, şeker, badem fıstık, nohut, bezelye, ceviz, susam, mercimek, arpa, mısır vb gibi kabaca 14 milyar dolarlık tarım ürünü ithal etmeyi uygun gören ve çiftçiyi tarlasına küstüren tarım politikamız!
Eşlik ettiğimiz, aynen benimsediğimiz, onaylamayı sürdürdüğümüz, seyretmekle yetindiğimiz, açıklanınca sustuğumuz, çaba harcayanları engellediğimiz, yasa teklifleri karşısında kabul oyu verdiğimiz, ya da sessiz kaldığımız, döşenen yolları görmezden geldiğimiz, yok sayılmayı bile kabullendiğimiz, hiç bir zaman gür sesle değil, mırıl mırıl bile söylenmediğimiz için sönen umutlarımız!
Yazıya soruyla noktayı koyarsak! Tüm bu sorulara cevap sıfır, ya da yoksa sorularımız yanıtsız, sorunlarımız çözümsüzse! Bizden bunları görmemize rağmen susmamız isteniyorsa! Susacak mıyız? Veya soruların, başlıkların ardındaki gerçeklere bakınca iyimser düşüncelerimizi koruyacak mıyız? Bazıları için zor mu zor olsa da denemek şart! Aslında az şey midir “denedim” demek, “keşke” dememek, vicdanen huzurlu olmak…