Derdimiz Mi? Saymakla Bitmez…

"Depresyon hapları yok satıyormuş, psikologlar randevulara yetişemiyormuş, umutsuzluk had safhada, karamsarlık tavan yapmış. Önemli mi?"

Yazıya sorunlardan mı başlamalı? “Dert çok, hem dert yok, düşman kavi, tali zebun!” yani ‘dert çok, dert paylaşan yok, düşman güçlü, talih güçsüz!” diyen Fuzuli’nin dizelerine mi başvurmalı? Yoksa başlığın ve dizelerin hakkını vermeye çalışarak konuya mı girmeli? Bilemedim. Bildiğim o ki;

Milyonlarca sığınmacıyı ağırlamayı sürdürürken, uğurlamaya niyetimiz yok gibi. Afganların payına çobanlık, Suriyelilerin payına Arapça tabelalı ve müzikli işyerleri açmak düşüyorken, sayısal çoğunlukta oldukları il ve ilçelerimizde milletvekili çıkarmalarına az kalmasına, neden oldukları sorun ve kavgalara girmiyorum bile.

Bizzat bakanlığın açıklamasına göre binlerce çocuğumuz yatağa aç giriyormuş. Kimin umurunda? Yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek kur, yüksek zam, düşük ücret, düşük üretim, artan sefalet, hayat pahalılığı olsa da devasa şehir hastaneleri, otoyollar, köprüler, tüneller, kamu ihaleleri neyimize yetmiyor!

Ne diyor CB için Hürriyet yazarı F. Bol; “Erdoğan ve ekibi 22 yıldır hummalı bir çalışmayla Türkiye’yi hem alt yapı, hem de üst yapı olarak modern ülkeler sınıfına soktu, ondan önce ülke köy görünümündeydi.” Ne diyor yandaş basın; “Yapılamaz denileni yapan, başarılamaz denileni başaran!”

Doğrusu bunları duyunca insanın gözü açılıp, yüreği ferahlıyor. Can dostlara ölüm emri çıkarılmış, ülkemizde bulunan 29 veteriner hekimliği fakültesi, 11 bin veteriner kliniğinin akademik ve pratik saha anlamında görüşleri alınmamış.

Biz kalkınma hamleleriyle destan yazarken; Kaderimize düşen 17 bin lira asgari ücret, payımıza düşen 12 bin 500 lira emekli maaşı, zam yağmuru, açlık ve yoksullukla uğraşalım. Nemize bizim cinsiyet ligi, geçilmeyen otoyollarımız, kullanılmayan tünellerimiz, hekimsiz devasa şehir hastanelerimiz, artan sefaletimiz neyimize yetmiyor?

Yine her 10 kişiden yedisinin umutsuz olduğunu yok sayanlar bunca çokken! Huzur ve mutluluğa hasretiz diyenler devamlı artarken! 18-24 yaş arası gençlerin büyük çoğunluğunun çare olarak yurtdışını gördüğü görmezden gelenler çoğunlukta iken! Sadece Temmuz ayında 23 kadının öldürülüp, 23 şüpheli kadın ölümünün gerçekleştiği ülkemizde bu vahşetin önüne nasıl geçilir diye düşünülmezken? Birbirini büyüten, besleyen yargı, eğitim, sağlık, ulaşım, yoksulluk, işsizlik krizleri nasıl aşılır diye kafa yorana rastlanmazken! Bazen üşüten, bazen ürperten, bazen gülümseten, bazen iç karartan bunca sorunla boğuşurken! Cahilliğin artık başa bela değil baş tacı olduğu nasıl anlaşılmaz?

Duymadığımız hakaret içeren sözcükleri ısrar ve inatla kullanıma sokanlar, görev ve yetkilerinin arasında yurttaşlara hakaret maddesi olduğunu var sayanlar, cepheleşme siyasetinden bıkmayanlar, kutuplaşmayı, düşmanlığı artırmayı, gerilimi yükseltmeyi, öfke kusmayı, hakaret etmeyi görevinin asli unsuru sayanlar çokken! Topluma psikolojik şiddet uygulayan siyaseti benimseyenler, asli yurttaşın haklı öfkesini görmezden gelenler sayısal olarak ağırlıklı iken! Tüm bunların nedeni nedir bunu bilmiyoruz. Ancak toplumun rahatsız, gergin ve tedirgin olduğunu hem görüyor hem biliyoruz.

Siyaset satrancını iyi oynayan siyasiler duymasa da göz açan okumalara devam…

Yurtdışı harç bedeli 150 TL’den 500 TL’ye çıkmış. Seyahat özgürlüğünü kısıtlayan bu uygulama İran ve Filipinler dışında dünyanın hiçbir ülkesinde yokmuş. Gerginlik arttıkça, gerilim büyüyormuş. Yoksullukta Avrupa’da başı çekiyormuşuz, halkın yüzde 40’ı “et ve balık soframıza uğramıyor!” diyormuş. Bu arada cinsiyet eşitsizliğinde 146 ülke içinde 127. sırada yer almışız, 1. İspanya imiş. Bize ne? Enflasyonda Avrupa’da birinci, dünyada 3. sıradaymışız. Az şey mi birincilik ve üçüncülük derecelerine sahip olmak! Hele de üstümüzde Suriye, altımızda Filistin varken...

Bayram tatilleri başta olmak üzere ölü ve yaralı sayısıyla kayıtlara geçen ülkemizde trafik kazalarında günde ortalama 18 kişi hayatını kaybediyormuş. Trafikte, sokakta, araçta, yorgun ve bitkin sürücülerin neden oldukları ölümlü kazalar yüzde 55 artış göstermiş. Depresyon hapları yok satıyormuş, psikologlar randevulara yetişemiyormuş, umutsuzluk had safhada, karamsarlık tavan yapmışmış. Önemli mi?

Üç tarafı denizlerle çevrili canım ülkemizin denizlerini kirleterek, besiciliğini bitirerek, tarım arazilerini inşaat rantına kurban ederek destan yazmışız. Asgari ücretlinin ev sahibi olması için 16 yıl yemeden içmeden para biriktirmesi lazımmış. TÜİK’ten inciler saçılmasına rağmen; vasat kalite, yüksek fiyat, halkın alım gücünü düşürüyormuş. Her konuda herkesten çok düşünmesi gerekenler azınlıkta imiş. Dert ettiğin şeye bak!

Yerli tarım politikası çökünce 4 ayda 4 milyar doların ithalata gittiğini unutanlara, mısırdan tütüne, zeytinden mercimeğe, pamuktan karpuza kadar pek çok temel gıdayı dışardan aldığımızı hatırlamayanlara! Dar gelirli yurttaşın yeterli beslenemediğini, hijyen malzemelerine ulaşamadığını, sağlıklı suya erişemediğini, yetersiz beslenmeden ötürü hastalıkların kronikleştiğini duymayanlara tüm bunlar bir şey ifade eder mi? Sanmam…

Bitirme notu: Tüm bunlara katlanmak için tuzu kuru mu olmak lazım? Sesi daha mı gür çıkarmak lazım? Vaveyladan hoşlananlara ben de varım demek mi lazım? Yoksa bazı abartılı açıklamalarda doğruluk payı ne kadardır diye araştırarak, samimi ve gerçekçi olmak gerektiğini hatırlatmak mı lazım? Bilemedim. Bildiğim o ki başta ekonomi, sağlık ve eğitim sistemi olmak üzere pek çok alan S.O.S veriyor.

Çözüm yolu da: Tahmin, tahlil, teşhis ve tespitten öte empati yapmaktan, duyarlı olmaktan, tutum- beceri- yeterlilik konusunda tutarlı olmaktan geçiyor…

Hatırlatma notu: Derler ki; “Dertler pazara çıkmış, herkes kendi derdini satın almış!” Bunca derdin arasında satış rekoru bekliyorum…