Önümüze çıkan (çıkarılan) engeller!
Emekle örülmüş, damla damla alın teri dökülmüş, yıllara, yollara ve engellere meydan okunmuş zorlu bir yolculukta onaylanma beklemek niye! Ya da inandığımız bir hikâyenin kahramanı olmak varken teslim olmak niye?
Kendi kendimize kaldığımızda, bir iç hesaplaşmaya giriştiğimizde, iç dünyamızla yüzleştiğimizde; Sorunları da, sorumlulukları da her gün biraz daha artanlar olarak! Kendisiyle ve gerçeklerle hesaplaşırken boğazı düğümlenenler olarak! Açık ya da örtülü gözdağı verilenler olarak! Her alanda ve her anlamda karşımıza cevabı kolay görünen çok zor sorular çıkıyor.
Örneğin “yaşam boyunca, ya da attığınız her adımda önünüze çıkan ilk engel neydi, ya da kimlerdi?” gibi bir soruya büyük çoğunluk “eşim!” diye yanıt verirken, babalar, abiler, kurallar, gelenekler de sıralamada payına düşeni ve yerini alıyor.
Oysa engelleri aşmaya, kaderini değiştirmeye, kendi hikâyesini, kişisel senaryosunu yazmaya kararlı, hazırlıklı bunca kadın varken kendimizle ilgili plan ve hayallerimiz neden engellensin ki? Neden özgür kararlarımızda hayal kırıklığı yaşayalım ki? Neden bedelini ödemeyi baştan göze aldığımız hedeflerimiz için bunca cephede savaş verelim ki? Geçmişimize inerek, çocukluğumuza bakarak, sorunlarımızın kaynağına inerek, kendimizi arayıp bulmak konusundaki kararlı yolculuğumuzda neden kendi gerçeğimizden uzaklaşalım ki?
Emekle örülmüş, damla damla alın teri dökülmüş, yıllara, yollara ve engellere meydan okunmuş zorlu bir yolculukta onaylanma beklemek niye! Ya da inandığımız bir hikâyenin kahramanı olmak varken teslim olmak niye?
Hal böyle iken! Önümüzde tek yol var! İş kazalarına uğramamak için bazen gözü hafifçe yumarak, bazen kulağın üstüne yatarak, bazen dili ve tonu ayarlayarak, ama bildiğimiz yolda ödünsüz yürüyerek, arkamıza çok bakmadan önümüze kitlenmek. Kaçmadan, ötelemeden, günü kurtarmayı yeğlemeden adım adım hayalleri hayata geçirmek. Var mısınız? Ben varım diyenler öne çıksın! Güç olsa da geç değil…
Köşe yazılarına konuk yazar olur da, konuk okur niye olmasın!
“Çok iyi fikir diyenlerin varlığı ve çokluğu!” başlıklı yazıma gelen onlarca yorum, destek mesajları, az bile yazmışsınız içerikli ekleme ve notlardan ders veren, ufuk ve göz açan olarak gördüklerimle yazımı burada noktalıyorum. Konuya ve içeriğe denk düştüğü için konuk yazar oluyor da, konuk okur niye olmasın deyip okurlarımla paylaşmak istiyorum…
Ankara’dan öğretmen Aysel Boy diyor ki; “Biz 5 kardeş, dedem, babaannem, annem, babam 9 nüfus Kars’ta bir maaşla gül gibi geçinen bir aile idik. Eve erzak toptan alınırdı. İyi not aldığımızda sinema ve kitapla ödüllendirildik. Günlerce ağırladığımız misafirlerimiz olurdu. Şimdi iki kişi çalışıp bir çocuğun masraflarına yetişemiyor. Aile ilişkileri, komşuluk ilişkileri, insan ilişkileri bozuldu. Kadına şiddet hak gibi görünüyor. Ne olacak halimiz?”
Bakırköy Belediye Tiyatrosu Halkla İlişkiler Sorumlusu Talin Özdemirciyan diyor ki; “Yazınızla yüreğim sıcacık oldu, gençliğime gittim. Eski Ramazan aylarını, Paskalyaları düşündüm. Biz tüm komşularımıza çörek ve Paskalya yumurtası verirdik, öyle poşet içinde de değil, çiçeklerle, kurdelelerle süslerdik. Komşularımızda Kurban Bayramında bize et getirirlerdi. O etle pişen yemek asla içki olan masaya konmazdı Ezan okunurken elde kadeh varsa hemen elden bırakılır, Ezan bitene kadar dokunulmazdı, bacak bacak üstüne atılmazdı. Sokakta, evde perdeler açık yemek yenmezdi. Ben bu güzel değerlerle büyüdüm Bakırköy’de. Ama maalesef ki aynı değerler yok artık! Paskalya’da komşularıma süslü püslü yumurta ve çörekler hazırlıyorum. Ya almıyorlar, biz yemeyiz boşuna ziyan olmasın diyorlar, ya da çöplerinde görüyorum. Artık Hristiyanlara kurban eti de vermiyorlar. Sanki günahmış gibi tabii bunlar insanı üzüyor. Eskiden bu ayrımlar hiç yoktu, umarım her şey daha güzel ve iyiye gider. Umarım yazdıklarınızdan çok kişi ders çıkarır. Kadınlar hak ettiği yeri bulurlar. İnsanlar bilinçlenir ve eski hoşgörü gelir. Kadın cinayetlerini duymayalım artık. Ben bu ülkenin vatandaşı olmaktan ve çocuklarımla birlikte Atatürk’ün ilkelerini savunup o doğrultuda yaşamaktan hep gurur duydum. Öğrencilik yıllarımda okulda her Pazartesi andımızı içimizde büyük bir coşkuyla okurduk.”
Özetle! Her anlamda ve alanda sınırsız ve sorumsuz bir egemenliğin hüküm sürdüğü günümüzde; Yürekten hissedilen ve kaleme ustalıkla dökülen bu iki yorum üstüne ne yazılır, ne denir, ne ilave edilir bilemedim. Bildiğim o ki derin ahlar çekip nereden nereye diye sordum kendi kendime…