Özetle! Öfkeliyiz, Bıkkınız, Yorgunuz, Mutsuzuz ve Gerginiz…
Dert ve sorun çok olunca; toplumsal sorumluluğu, ülkeye yönelik tasası, gençler için hayalleri, gelecek için amacı, doğa için duyarlığı olanların mücadele alanı da, eylem çeperi de, hayata geçirmeyi düşündükleri de genişliyor.
Sırayla gidersek! Dünya genelinde uzun süredir barış, refah, istikrar sözcüklerine mesafeliyiz. Yaraya derman, derde çare, soruna çözüm bulmada kararsızız. Yüreğe gömülmüş, görmezden gelinmiş, yaşanmış ve iz bırakmış öykülere karşı duyarsızız. Özetle! Öfkeliyiz, bıkkınız, yorgunuz, mutsuzuz ve gerginiz…
Hal böyle iken insan düşünmeden edemiyor. Bazı konularda öyle büyük sözlere, derin analizlere gerek yok ki. Veriler ortada. Söze kadınla girersek; Ne eğitimde ne istihdamda olan genç kadınların oranı yüzde 27.2, işgücüne katılma oranı yüzde 36.8, istihdam oranı yüzde 32.5, işsizlik oranı yüzde 35. Bir başka ve daha açık bir tanımla 1 milyon 540 bin genç kadın ne eğitimde ne istihdamda. 5 milyon 156 bin kadın işsiz. Ülkemiz OECD ülkeleri içinde kadın istihdamının en düşük olduğu ülke. Nijerya ve Tunus’la yarışır hale gelmişiz sayelerinde…(bugün cinayetlere girmiyorum)
Tabi ki! Kadın haklarının meşalesini yükseklerde tutma mücadelesine katkı sunanları, ön saflarda yer alan yürekli kurumları, destek çıkan kuruluşları önemsiyoruz.
Kuşkusuz ki! Sorumlu olmak sorunlarla mücadele etmektir mottosuna yürekten katılıyor, hele de sorunlar düğüm değil, kördüğümken başka türlü ilişki ve iletişim nasıl kurulur, çözüm nasıl bulunur diye sorup duruyoruz.
Muhakkak ki! Ülkemiz kadın işgücüne katılım oranında Avrupa ve OECD ülkeleri arasında en son sırada yer alıyorken! Kadın istihdamı yaratmak adına adımlar atılmazken! Cinsiyet eşitliği sağlanmadığı sürece bu oran aleyhimize işlemeyi sürdürürken! Öncelikle biz kadınlar bazı konuların arkasına sığınmak yerine önüne geçip dik durarak ve hakkımızı savunmak, korkusuzca mücadele etmek ve geri adım atmamak zorundayız.
Şüphesiz ki! Susarak, korkarak, şiddeti, tacizi, ihmali, kayıtsızlığı kimsenin konuşmadığı, ama herkesin bildiği sırları yok sayarak bir yere varamayız. Neden ülkemizde kadınlara ve çocuklara yönelik aile içi şiddet ve yaşatılan acı hep “aile içi mesele olarak görülüp, kol kırılır yen içinde denilerek kapatılmaya çalışılıyor? Yine “çocuğun rızası vardı, ya da kadın da kuyruk salladı” gibi yakıştırmalara karşı anında çıkıp hak ettiği cevabı, gereken tepkiyi veremiyoruz.
Neden! Arkasında baskılarla, yasaklarla, tacizlerle, yok sayılmalarla, üzerine çöken duvarlarla dopdolu geçen bir ömür bırakan, bu yaşamda sihirli dokunuşlar yok denecek kadar az olan, ancak yürek acıtan, iz bırakan, delip geçen dokunuşlar çok olan ve finali uzun süre unutulmayacak kadar acı olan seslere kulak tıkıyoruz.
Duyulmayan ve duyurulması gerekenler bir kenarda sessizliğini korurken niçin elim ve vahim açıklamalar karşısında suskun kalıyoruz?
Kadınları ve çocukları koruyan ve eldeki tek yol gösterici olan “İstanbul Sözleşmesi’nden” bir gecede keyfi bir biçimde çıkılmasaydı! Her kadın cinayetinden sonra iyi hal devreye girip uygulanmasaydı! Kadın katilleri iyi halden az ya da cezasızlıkla ödüllendirilmeseydi! Cinayetler caydırıcı olmaktan çıkarılıp potansiyel adayları özendirmeseydi! Bugün kadın hayatı, kadın emeği, kadın onuru bu kadar ayaklar altına alınmaz, bu kadar acı çekilmez, bunca yazı yazılmazdı…
Anne yarısı olan, önce kardeşlerine, sonra anne babasına kol kanat geren, yakınlarıyla gücü yettiğince ilgilenen, onların derdini dert, sevincini sevinç bilen, yoldaş, arkadaş, kardeş, yaren olan kadınlar! Aile içi sorunlarda kendini siper eden, gayreti elden bırakmayan, el tutan, nefes olan, ola ki düzelir masalına inanan, hayal kırıklıklarıyla boğuşan, sevgi, merhamet, şefkat, paylaşım derken ilk akla gelen, kadınlar! Şiddet görüp, ilgi görmese de sevgiden umudunu kesmeyen, anlattıkça düşündüren, düşündükçe şaşırtan, hikâyeleri genelde erkekler tarafından yazılan, yaşadıkları dinleyenlerde yürek yangını yemiş gibi iz bırakan, gözyaşlarını hep yüreğine akıtan, güzelliği, şefkati, alımı hiç görünmeyen, hatasını geçte olsa anlayan ama cesaretli adımlar atmakta aciz kalan kadınlar! Ayağa kalkıp bağırsaydı, her daim birilerinin onayına, insafına gerek duymasaydı, onların sesine ses olanlar artsaydı bu konular yine ve yeniden kaleme alınmazdı.
Çoğunluk cesur bir şekilde sorunlarla yüzleşip kaynağına inmediği sürece şiddet artarak devam eder. Sonrası malum…
Düzlüğe çıkmak için mucize mi gerek, farklı bir duruş ya da yeni bir yol haritası mı gerek, ölü toprağından silkinmek mi gerek bilmiyoruz. Tıpkı halkın umudu olan partilerin bu konuda ne yaptığını, ne yapacağını bilmediğimiz gibi!
Eğer sonunda bize yine hüsran düşecekse, bu yıl 530. doğum yılı olan Fuzuli’nin unutulmaz sözlerine sığınmakta fayda var: “Çaresiz mücadeleyi terk ettim. Ve mey’us-ü mahrum guşe-i uzletime çekildim!” (Yani kederli ve yoksun bir şekilde yalnızlık köşeme çekildim…)
Ne dersiniz? Gidişat aradan geçen bunca yıla rağmen yol haritasını belirlemiyor mu?