Su kendi yolunu bulur mu? Bulunan enerji sinerji yaratacak mı?
Etkili ve yetkililer yaptıklarının, yaptırdıklarının, yaşattıklarının neden olduğu duygusal yaralanmalara çare olmayı düşünüyorlar mı? Ya da bazı sorunların altından kalkması için öncelikle ve ivedi olarak iş birliği, ses birliği, güç birliği gerektiğini biliyorlar mı?
Aslında olup bitene bakınca yetmez ama şimdilik bu kadar MEB yeter diyerek iç acıtan başka bir konuya, yani ekonomik şiddetin boyutlarına geçelim. Yaşamı renklendiren, onu sevince, umuda, hayale, coşkuya boğan, rengârenk dünyalar yaratan olaylar ve günler tarih oldu sanki. Niye olmasın ki? 1 kalem pirzolanın fiyatı 43 TL olurken, etin kilosu 450-600 lirayı bulurken, 1 ayda 11.366 şirket kapanırken, 11 ayda 49.612 işletme daha kepenk indirmişken, ekonomik şiddet hız kesmeden sürüp gidiyorken, salatalık 60, kabak 70, üzüm 80 lira olurken, et unutulup, peynire küsülürken! Hayal mi, umut mu, huzur mu, uyku mu kaldı? (bıraktılar mı demeliydim?)
Destan yazan ülkemize yakışır şekilde net dış borcumuz 263.7 milyar doları bulmuş! Ekonomik kriz evlilikleri de vurmaya, büyük hayallerle kurulan birlikteliklere veda edilmeye başlanmış, mahkeme koridorlarında duygusal ve tepkisel dil, üslup, biçem giderek sertleşmeye başlamış. Varılan nokta şaşırtıcı mı?
Sınırsız ve sorumsuz egemenlik…
Her şeyin yönetenlerin insafına kaldığı günümüzde (ler dememeli miydim?) Ülkemiz Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde 180 ülke arasında 165.sıraya düşmüş. Soruşturmalar, cezalar, gözaltına almalar, ekran karartmalar, para cezaları tavan yaparken bu sıralama şaşırtıcı mı?
Ekonomik görüntü ne âlemde diye bakarsak? Her 4 kişiden 1’i icralık oluyor. Her gün 25 bin icra dosyası hazırlanıyor. Böyle devam ederse icralık olmayan kalmayacak gibi görünüyor. OECD’ye göre en yüksek işsizlik oranına sahip 10 ülke içinde 4. sıradayız. Yanı başımızda Şili var. Veriler şaha kaldırılan ülkemiz için üzücü mü?
Ülkemizde 452 AVM var, 100’ü İstanbul’da. Büyük bölümü zorda, kapanan kapanana! İşsizlik yüzde 23’e dayanmış, istihdam azalmış, genci yaşlısı, emeklisi, kadını, erkeği iş kovalıyor, İŞKUR kuyrukları uzadıkça uzuyor. Yetkili kesimden gören var mı?
Hal böyle iken, yönetenler derde deva olmaktan uzak günü kurtarmaya, tabanı koruyup kollamayı seçmişken, tehdit sopası tonunu yükseltip, Demokles’in kılıcı ortalarda boy gösterirken, yerel yönetimler seçimlere çeyrek kala atağa kalkıp, asfalt dökmeye, bakım çalışmalarına başlamışken, karar vericiler yakın çevrelerini aday yaparken bu soruların yanıtı bellidir…
İçimiz mi kararmış, takatimiz mi tükenmiş, mecalimiz mi kalmamış, gücümüz mü azalmış? Ya da ekonomik zorluklar içinde bunalıyor muyuz? Maddi sıkıntılarımızın varlığı, çocuklarımızın işsiz oluşu, eşimiz veya yakınlarımızın işyerlerini kapatmak zorunda kalması, kiramızı ödemekte zorlanmamız vb. gibi soruların yanıtı evettir…
Bu soruların yanıtı nettir ve evettir…
Uzun süredir insanı ayakta tutan değerler; mesela umut, hayal, insanlık, sevinç, dostluk rafa kaldırıldı mı? Ya da yaşanmadığı için otomatik olarak mı kalktı? Hüzün, mutsuzluk, karamsarlık, hayal kırıklıkları, sabırsızlık, bencillik, umursamazlık, anlayışsızlık, güvensizlik ve hoşgörüden uzaklaşma, oradan oraya savrulmalar bir süredir başköşeye kuruldu mu? Bu soruların yanıtı da bellidir ve nettir.
Kısaca! Etkili ve yetkililer yaptıklarının, yaptırdıklarının, yaşattıklarının neden olduğu duygusal yaralanmalara çare olmayı düşünüyorlar mı? Ya da bazı sorunların altından kalkması için öncelikle ve ivedi olarak iş birliği, ses birliği, güç birliği gerektiğini biliyorlar mı? Yoksa her zaman olduğu gibi algı operasyonlarıyla, reklam kampanyalarıyla, sevinç ve huşu içinde ve alkış sağanağı altında müjdeler sıralarken bu komşu çatlatacak ölçüdeki akademik(!) kurnazlıkla Nobel’e aday gösterilirler mi? Bekleyip görelim. Nobel olmasa da ona yakın bir ödül alacakları kesin de!
Demem o ki; Olup bitenlerin, söylenip unutulanların çetelesini tutmaya kâğıt kalem yetmez, sinirler dayanmaz. İyisi mi son sözü çocukluğumun, gençliğimin unutamadığım dizelerinden birine bırakıp aradan çekileyim; “O zamanlar biz güzeldik/ O sobalı evde biz güzeldik/ Gözlerimiz parlaktı, çünkü inanırdık/ Hayata, aşka, kardeşliğe, dostluğa inanırdık!”
Bu duygular şimdi var mı? Bilmem. Sizce?