Tehlikeli Bir Virajdayız... Küçük Tabutlarda Büyük Acılara Artık Tahammülümüz Kalmadı!

Ülkemizde kadınlara şiddetin her geçen gün arttığı, devletin kadınları ve çocukları koruyamadığı, tam tersine onlara kalkan olan yasaları yok saydığı, yanlış ve yanlı politikalarla kadına yönelik şiddetin körüklendiği günlerde başka konulardan söz etmek insanı zorluyor, daha doğrusu yazmak zül gibi geliyor…

Yine kadın cinayetleri dur durak bilmezken, eğitimde gerici adımlar hız kesmezken, çocuklara ve hayvanlara eziyet saç baş yoldururken, gıdaların başına gelenler bizi canımızdan bezdirirken, sağlıkta şiddete dur denilmezken, ekonomik sorunlar ve işsizlik intiharlara yol açarken başka konuları yazmak insana kendini iyi hissettirmiyor...

Sırayla gidersek! Şiddet kılıktan kılığa giren bir oyuncu gibi her yerde her an karşımıza çıkıyor. Çeşitleri çok, aile içi şiddet, okulda şiddet, sosyal medyada şiddet, sağlıkta şiddet derken toplumun kılcal damarlarına kadar işlemiş bir süreçten geçiyoruz. Nedenlerini ve niçinlerini araştırırken, neler oluyor bize diye kafa yorarken tabii ki işi körükleyen sebeplerle karşılıyoruz. Yoksulluk, işsizlik, yaşam düzeyinin düşmesi, değerlerin önemini yitirmesi, göçler, kaçakların varlığı, güvensizlik, korku, mutsuzluk, kaygı başta geliyor…

Bize neler oluyor, neler yaşıyoruz, nereye sürükleniyoruz, nasıl bir kuşak yetişiyor?

Her an her yerde ve birdenbire önümüze çıkan ve işi hep acele olan motokuryeler, nereden çıkacağı belli olmayan martılar, kazalara, kavgalara, patlamaya hazır şoförler! Elde sopalar, demir levyeler, cepte bıçaklarla anında biten eli sopalı tipler, anlamsız sebepsiz kavgalara zemin hazırlayan, tartışmalar, fiziksel ve sözel saldırılar, saymakla bitmez kısaca şiddet alarm verici boyutta! Televizyonları açmaktan, gazeteleri okumaktan korkar hale geldiğimiz günümüzde saldırganlık ve öfke patlamaları yüzünden bir süre sonra sokağa çıkamayacak mıyız?

Eylül ayında 35 kadın katledilip, 20 kadının ölümü şüpheli bulunurken, cinayetler evlerde, surlarda, sokakta, caddede en yakınları tarafından işlenirken ve bunlar kanıksanırken! Cezasızlık yeni cinayetlere zemin hazırlayıp yol açarken! Neden koruma kalkanı olan yasalar kaldırılıyor, yeni Aslılar, yeni İremler, yeni Narinler dur durak bilmeden şiddete uğrasın diye mi? Kadınları ve çocukları koruyamayan bir toplum olduk. Üstelik yapılan açıklamalar göz boyamaktan öteye geçmiyor. Yasaların suçluları koruduğu, mağdurları yok saydığı ülkemizde; yok denetimli serbestlikmiş, yok iyi halmiş, yok pişmanlıkmış ne demekse artık! Öldür, hayattan kopar, sakat bırak sonra hapisten çık suç işlemeye devam et. Nasıl yani?

3 yılda 1089 kadının öldürüldüğü ülkemiz adeta kadınlar mezarlığına döndü. Ömür, İkbal gibi anlamlı adları olan kadınlar hayattan anlamsızca- acımasızca kısa bir zaman diliminde bıçaklanarak, asılarak, vurularak, boğularak, başları kesilerek yaşamdan koparıldı. Sıla bebeğin başlamadan biten ömrünün, Narin’in başlangıçta bitirilen ömrünün, küçük tabutlarda yaşanan büyük acıların hesabını kim verecek, kime soralım?

Psikolojik sorunlar, gelecek kaygısı, yaşam sevincinin tükenmesi, umutsuzluk, yalnızlık, çaresizlik, eğitimsizlik, kolay silah edinme, kadını yok sayan erkek egemen kültür, toplumsal değerlerdeki çürüme, siyasi- ekonomik, sosyal iklim, şiddete zemin hazırlayan etmenler ve tüm bunlardan cesaret alan, beslenen ve gözünü kırpmadan cinayet işleyenlerin hesabını kim soracak?

Şeyda, Ayşenur, Emine, Muradiye derken biri bitmeden diğeri başlayan cinayetler, birbiri ardına yok edilen, çocuklar, kadınlar, vahşi, kanlı görüntüler, topluma hâkim olan korku, güvensizlik ve panik duygusunun hesabı kimden sorulacak?

Sağlıksız özgüven patlamaları, her şeyi bilen, her şeye gücü yeten bir anlayış, dayatmacı kaderci maneviyat temelli bakış açısı, gelenek ve görenekleri temel alan bir süreç! Çok tehlikeli koşullarda kendimizi korumak ve kendi önlemimizi almaktan başka çaremiz var mı?

Kadının suçu, kadının hatası, kadının yanlışı dendikçe, her daim toplumsal kodlar birilerinin onayına, insafına gerek duymamızı dayattıkça! Kadınları havasız bırakanlar, baskılarıyla boğanlar, nefessiz bırakmak için alan yaratanlar, duyarsız, acımasız, hissiz erkekler arttıkça! Ev içi şiddet yüzde 88’i buldukça! Kaderiyle hayalleri arasında kalan kadınlar çoğaldıkça! Başka bir yol var mı?

“Kadınlar eve, erkekler işe” diyen, ağzını açanın anında ağzının payını veren, vurduğu yerden değil, durduğu yerden ses getiren, ince ayarda sınır tanımayıp yeri göğü inleten! Elim ve vahim açıklamalarıyla günü ve geleceği karartan, Nuh deyip, peygamber demeyen, kültürün, sanatın, sanatçının haddini bildiren ileri demokrasi anlayışımızda düşünmek ve nefes almak isterken aklıma gelenler bunlardı. Bugün başka bir yazı yazmayı beceremedim!

Sözün özü şu ki! Şimdilik iç acıtan bu kadar örnek yeter. Sadece kadın isimlerinin değiştiği, erkek şiddetinin hız kesmediği günümüzde hüzün ve öfkemiz bileniyor, acımız katmerleniyor. Tehlikeli bir virajdayız. Küçük tabutlarda büyük acılara artık tahammülümüz kalmadı. Bunca acı neden yaşatılıyor bilmiyoruz, öğrenemiyoruz, bilmemizi de istemiyorlar. Her şeyi bilenlerin yanında bize düşecek laf olmasa da! Sorun bizi değil hepimizi ilgilendiriyor. Birbirimizin derdini dinlemek, çare aramak zorundayız, çözüm üretebiliriz, yeter ki buna gönlümüz olsun, yeter ki susanlar, görmeyenler, duyamayanlar uyansın…