Temel sorunlara köklü çözümler gerekir…

Sorunlar artıyor, fiyatlar artıyor, yoksulluk artıyor, maaşlar eriyor, işsizlik büyüyor, hastanelerde randevu çilesi bitmiyor, borçlar katlanıyor, açlık sınırı 18 bin TL’ye dayanırken 10 bin lira maaşla geçim darlığı çeken emeklilerin dörtte 1’i çeşitli iş kollarında çalışıyor. (4 milyon emekli) Emekli dede uzatılan mikrofona; “Torunum için canımı veririm ama iki kuruş harçlık veremiyorum!” derken gözyaşlarını saklamıyor.

Başlıktan yola çıkarak ilerlersek bunun için; Yara açan değil, yara saran yöneticilere ihtiyaç vardır deyip cumhuriyetin ilk yıllarına dönelim:

Savaştan sonra ayağa kalkmaya çalışan bir halk! Yorgun Anadolu insanı! Cumhuriyet Türkiye’sine hazırlık! Genç Türkiye Cumhuriyeti’nin önünde çözmeye çalıştığı iki başlık olan eğitim ve ekmeği aynı anda halkıyla buluşturmaya çalışan bir lider! Sözüyle, duruşuyla, yaptıklarıyla, idealleriyle, gerçekleştirdikleriyle ellerimizi uzatsak tutabileceğimiz kadar yakın gördüğümüz bir önder…

Tüm bu nedenlerden ötürüdür ki; Temel sorunlara köklü çözümler getiren, dar zamanlarımızda kapıları açan Büyük Atatürk’ün duruşu, kararlı adımları her daim hayatımızı ısıttı, pusulamızı belirledi, bizlere insan olma bilincini tattırdı. Çünkü onun sayesinde insan olmanın tekil ve çoğul koşulunun aydınlanma olduğunu o gün bugün ezber ettik, belledik ve hiç unutmadık…

Gelelim günümüze!

Sorunlar artıyor, fiyatlar artıyor, yoksulluk artıyor, maaşlar eriyor, işsizlik büyüyor, hastanelerde randevu çilesi bitmiyor, borçlar katlanıyor, açlık sınırı 18 bin TL’ye dayanırken 10 bin lira maaşla geçim darlığı çeken emeklilerin dörtte 1’i çeşitli iş kollarında çalışıyor. (4 milyon emekli) Emekli dede uzatılan mikrofona; “Torunum için canımı veririm ama iki kuruş harçlık veremiyorum!” derken gözyaşlarını saklamıyor. Açlık sınırının altındaki maaşlarıyla geçim savaşı veren ve çalışmak zorunda kalan emeklinin yüzde 60’ı ya çalışıyor, ya da iş arıyor…

Sokakta uzatılan mikrofona konuşmak için sabırsızlanan kadın; “Çocuklarımı okutmak için yıllarca terzilik yaptım, uykusuzlukla boğuştum, gözlerim artık az görüyor. Okulları bitince oh dedim, değdi dedim, yıllardır işsiz olduklarını görünce şimdi kendi kendime değdi mi diye soruyorum!” diyor.

Resmi rakamlara göre 3 milyon olan işsiz sayısının 1 milyon 155 binini üniversite mezunları oluşturuyor. Uzmanlar her 3 işsizden birinin üniversite mezunu olduğuna dikkat çekiyor. Bu da akıllara iş bulmak için diploma yetmiyor gerçeğini getiriyor ve annelere hak verdiriyor…

İBB’ye göre 2.5 milyon, içişleri bakanlığına göre 1 milyon mültecinin yaşadığı İstanbul’ da halkın yüzde 77’si sınır kapılarının kapatılmasını istiyorken, duyanın ve uyanın olmaması dikkat çekiyor…

Yüreği yangın yeri olanların yarattığı küçük alarmlar gün gelince büyük yangınlara neden olur.

İş cinayetlerinde yaşamını yitiren çocuklar! Okula aç giden öğrenciler! Hak gaspına uğrayan, şiddet gören, dayak yiyen, cinayet kurbanı öğretmenler! Yıllardır atama bekleyen eğitimciler! Acaba MEB’in ilgi alanına giriyor mu? Ya da bakanın umurunda

mı? Çünkü oturulan koltuklar cumhuriyetle hesaplaşma yeri değil, getirilen makamlar çağdaş değerlere karşı çıkıp, siyasi ve ideolojik tercihlerin dayatılacağı, hayallerin gerçekleştirileceği yer hiç değil…

Özetle: Eğitim konusunda neler oluyor sorusuna anlayan anlatsın diyecek noktaya geldiğimiz bugünlerde her konuya beka sorunu diyenler MEB’in köklü değişiklikleri için ne der acaba? Tüm bunlar merak konusudur ve izaha muhtaçtır…

Tıpkı MEB’in okullara gönderdiği genelgelerde yazılanlar gibi…

Ne istiyor MEB? “Okul dışındaki mekânlarda mezuniyet ve etkinlik gerçekleştirilemeyecektir.” Şimdi sorma zamanı! Ya okulun fiziki şartları uygun değilse, apartman katlarında, bahçesiz okullar açmaya onay veriliyorsa! Gençlerin bu özel güne yönelik heyecanlı bekleyişlerine, coşkularına yasakçı bir yaklaşım sergilemek neyin nesi? Baskıcı ve yönlendirici yaklaşım ve dayatmalar düşündürücü ve karamsar bir hava yaratmıyor mu? Mezuniyet sevinci yaşatmama kararından Boğaziçi üniversitesi de nasibini aldığına göre durmak yok yola devam mı?

Yine ders programlarından Cumhuriyet ilkelerinin, devrimlerin, ulusal değerlerin çıkarılması, müfredatı hazırlayanların adının bile açıklanmaması, “eğitim” yerine “maarif”, bilinçli tüketim yerine “tasarruf” gibi Arapça sözcüklerin ders programlarına girmesi laik eğitimin tasfiyesi midir? Hele de bakanın; “Eleştiri ve yorumlara aldırmadan, prim vermeden yolumuza devam etmemiz lazım!” şeklinde son noktayı koyan sözleriyle amaçlanan toplum değil, ümmet bilincini yerleştirmek midir?

Bitmedi. Biter mi? Türkiye Yüzyılı Maarif Modeliyle; Yabancı dil, İnkılap tarihi ve Atatürkçülük derslerini ikinci plana atıp, dinsel içerikli konulara ağırlık vermek, 4-6 yaş çocukların cami ziyaretlerinde türban ve takke takmalarını istemek, İHL sayısını artırarak, ya da müfredat ve içerik olarak diğer okullarla aynı düzeye getirerek amaçlanan nedir?

Yazıyı bitirirken şunu da söyleyeyim: Gömleğinin üst düğmesi açık olan kız öğrenciye, “Yakanı kapat, etin görünüyor” diyen bir zihniyete nasıl geldik sorusuna yanıt bulmakta zorlanırken; İçinde bulunduğumuz durumun da, dramın da bazılarını hiç ilgilendirmemesi ne acı değil mi?

Tıpkı başta MEB olmak üzere ülkemizde olanları arif olanların değil, kayıtsız, duyarsız, kapana kısılanların hiç değil, kimin anladığını ya da anlamaya çalıştığını bilmediğimiz gibi! Bilen varsa bize de söylesin şeklindeki dileğimiz gibi…

Demem o ki; Bir kez daha değil, bin kez daha Atatürk’ün izinden gitmek yoldur, yöntemdir, çaredir, çözümdür…